Mart 2025’te bir siyasi tutuklama sonrası 1.900 kişi gözaltına alındı. Mitingler, boykot çağrıları, sokak hareketleri… Ekonomiyle birleşti.
Türkiye son bir buçuk yıldır üç cephede darbe yiyor: ekonomide, sokakta ve tabiatın ortasında. Manşet enflasyon yüzde 75’lerden yüzde 33’lere geriledi diye sevinmemiz isteniyor. Ama pazarda filesi boş dönen, mutfakta tencere kaynatamayan için bu rakamın hiçbir anlamı yok. Faiz yüzde 50’ye çıkarıldı, sonra yüzde 43’e indirildi. Cari açık 2023’te 40 milyar dolardı, 2024’te 10 milyara düştü deniyor. Güzel! Peki ya bütçe açığı? 2024’te 2,1 trilyon TL. Tarihin en büyüğü. Yani dışarıya olan bağımlılığımız biraz azalsa da içeride borçla nefes alıyoruz.
2025’in ilk yarısında 131 milyar dolar ihracata karşılık 181 milyar dolar ithalat yaptık. Yıl sonuna gidişat net: 260 milyar ihracata karşılık 360 milyar ithalat. Yani yaklaşık 100 milyar dolarlık ticaret açığı. Slogan şu: üretiyormuş gibi tüketmek. Brüt dış borç 527,5 milyar dolar, net dış borç 264 milyar dolar. Önümüzdeki bir yıl içinde ödenmesi gereken yük 222 milyar dolar. Hazine’nin 2025 sonuna kadar ödeyeceği ana para sadece 14,4 milyar dolar. Ama özel sektör, bankalar, swaplar? Onlar da aynı vadenin içinde. Bu ülkenin nefesi borçla ayarlı.
Mart 2025’te bir siyasi tutuklama sonrası 1.900 kişi gözaltına alındı. Mitingler, boykot çağrıları, sokak hareketleri… Ekonomiyle birleşti. Çünkü boş tencere, pankarttan daha yüksek ses çıkarır. Siyasetçi rakamlarla oynayabilir, ama aç insan gerçeği saklayamaz. 2025 yazında en az 18 insanımızı yutan orman yangınları, on binlerce hektarı kül etti. Turizm ve tarım ağır darbe aldı. Üstüne Marmara ve Balıkesir’de 6 büyüklüğünde depremler, yüzlerce yaralı, yıkılan evler. Afetler tabiatın değil, ihmallerin tokadı oldu.
Fotoğraf çok net: Enflasyon düştü deniyor ama sofra boş. Cari açık azaldı deniyor ama bütçe kanıyor. İhracat arttı deniyor ama ithalat daha hızlı koşuyor. Borç yönetilebilir deniyor ama önümüzdeki yıl içinde 222 milyar dolar ödenecek. Yangınlar kontrol altında deniyor ama köyler kül, şehirler korku içinde. Sokak sakin deniyor ama vicdan kaynıyor.
Burada kullanılan tüm rakamlar TÜİK ve resmi kurumların raporlarından alınmıştır. Ancak işin acı tarafı şudur ki, gerçek hayatta markette, pazarda, mutfakta bu tabloların çok daha ağır hissedildiğini görüyoruz. Resmî veriler ile sokaktaki hayat arasındaki uçurum, aslında bu ülkenin en büyük tezatıdır.
Ve işte tam da bu noktada asıl soruyu sormamız gerekiyor: Çözümün ne olduğunu biliyor olmamıza rağmen, neden hâlâ uygulamıyoruz?