Dünya sahnesinde giderek daha garip bir tablo beliriyor. Farklı ülkelerde birbirini andıran senaryolar yaşanıyor: iç karışıklıklar, ekonomik krizler, siyasi çıkmazlar ve toplumların boğazına sarılan belirsizlikler. Bu tesadüf mü? Yoksa görünmez bir el aynı oyunu farklı coğrafyalarda tekrar tekrar mı sahneliyor? Soru basit ama yakıcı: Dünya kendi kendine mi çöküyor, yoksa bilinçli bir stratejiyle çökertiliyor mu?

Nepal, eşsiz doğasına rağmen yıllardır siyasi istikrarsızlık, ekonomik yetersizlik ve dışa bağımlılığın pençesinde. Kendi enerjisini iç çekişmelerle tüketti. Bugün bakıyoruz; Orta Doğu’da savaşlarla, Afrika’da etnik çatışmalarla, Avrupa’da derin kutuplaşmalarla, Latin Amerika’da ekonomik çöküşlerle halkların enerjisi aynı yöntemle tüketiliyor. Birileri toplumların gücünü boş yere harcatıyor, milletleri çaresizliğe mahkûm ediyor.

Ortak payda net: Ülkeler kendi ayakları üzerinde duramıyor. Borca batırılıyor, enerjide bağımlı hale getiriliyor, tarımda zayıflatılıyor. Halk geçim derdine itilip siyaset körleştiriliyor. Bu, tesadüf değil. Bu, kontrollü bir istikrarsızlık düzeni. Adına ister “küresel proje” deyin, ister “küresel tuzak”, ama gerçek şu: Dünya sistematik olarak Nepalleştiriliyor.

Türkiye bu tabloda istisna değil. Dış borç yükü, enerji bağımlılığı, tarımın ihmal edilmesi, şehirlerde patlayan sosyal problemler… Bunlar yalnızca bugünün krizleri değil; aynı zamanda gelecekteki çöküşün habercileri. Eğer üretim ekonomisini kuramazsak, toplumsal dayanışmayı ayağa kaldıramazsak, bağımsız bir yol çizemiyorsak; aynı kıskaç bizim de boğazımıza yapışacak.

Dünya Nepalleşiyor mu? Evet. Ama daha doğrusu: Dünya Nepalleştiriliyor. Ve bu süreç kader değil. Bu süreç, milletlerin tedbirsizliğinin ve bağımlılığının sonucu. Türkiye için çıkış yolu belli: Üretim, bağımsızlık ve birlikte ayakta kalma iradesi. Başka yol yok.