Dünya öyle bir girdabın içine sürükleniyor ki, her gün bir öncekini aratıyor. Dün felaket dediğimiz şey, bugün sıradan bir haber başlığı. Dün bize düşman dediğimiz isimler, bugün sahnenin baş köşesinde. Ve biz alışıyoruz. İşte en büyük felaket bu: Alışmak!

“Kötülüğe alışmak, kötülüğün ortağı olmaktır.” Bugün milyonlarca insan göz göre göre bu ortaklığa imza atıyor. Savaş çıkıyor, şehirler yıkılıyor, çocuklar ölüyor. Ama biz ekrana bakıp omuz silkerek geçiyoruz. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ekonomi darmadağın. Ülkeler borç batağında, toplumlar kavga içinde. İnsanlar robotlaşmış; kalpleri yok, sadece ekranları var. Dünya, topluca bir kaygı bozukluğunun içinde kıvranıyor.

Ve bir yanda şu cümle yankılanıyor: “300 uçak alacağız Amerika’dan.” Bizim topraklarımızda ise SİHA’lar üretiliyor, uçak fabrikaları kuruluyor. Sanayi yürüyor belki ama insanlık çöküyor. Fabrikalar büyüyor ama vicdan küçülüyor. Gazze yanıyor. Çocuklar, kadınlar, masumlar kan içinde. İspanya bile İsrail’i eleştiriyor. Peki biz? Biz hâlâ balık gibi suyun üstünde debeleniyoruz. Seyirciyiz. Unutmayın: Seyirci kalmak, zalime destek olmaktır.

Bir gün gelecek. O gün göreceğiz ki, yanlışları “doğru” diye adlandırmışız. Zulmü normalleştirmişiz. Ve soracağız kendimize: Acaba elimizi düzeltecek bir fırsatımız kaldı mı? Yoksa çoktan kendi nefsimize köle mi olduk? Camus der ki: “Tanrı insanlara kaderini değil, seçimlerini yükledi.” Biz neyi normalleştirirsek, kaderimiz o oluyor. İşte asıl sınav burada.

Dünya darmadağın. İnsanlık aklını kaybetmiş gibi. Biz hâlâ sessiz, hâlâ umursamaz, hâlâ normalleştiren taraftayız. Bu sessizliğin sonu ya uyanış olacak, ya da zillet. Benim temennim; Allah’ın bize verdiği vicdanı kaybetmemek. Çünkü suskunluk ihanettir, ve her ihanetin bedeli vardır.

Selam ve dua ile…