Dünyanın dört bir yanında milyonlarca çocuk var. Dünyada yaklaşık olarak 2,2 milyar çocuk bulunuyor. Dünya nüfusunun neredeyse yüzde otuzunu çocuklar oluşturuyor. Bir başka deyişle dünyanın üçte biri küçük birer insan…

‘İnsan hakkı ’dediğimiz kavram çok boyutlu. Bir boyutunda da çocuklarla kesişiyor. Bu bağlamda çocukların; hayatını insanca devam ettirebilmek için birtakım hakları var. Bu hakların çocuklar tarafından kullanılabilmesi için devletlerden ya da birilerinden bahşedilmesi gerekmiyor.

Çocuk hakları ve devletlerin edim yükümlülüğü arasında bir denge olması gerekiyor. Burada pozitif ve negatif yükümlülüğü ele almakta fayda var. Pozitif yükümlülükler, çocuklara çeşitli hakları sağlamakla mükellef olduğu, çeşitli görev ve sorumlulukları yerine getirmekle mükellef olmasıdır. Örneğin çocuklara güvenli bir oramda yaşama ve büyüme hakkı sağmak pozitif yükümlülükler arasında.

Negatif yükümlülükler ise devletlerin asla ihlal edemeyeceği, etmemesi gereken yükümlülüklerdir. ‘Çocukların yaşam hakkını ihlal etmeme’ devletlerin negatif yükümlülüklerin başında geliyor. Yani demek oluyor ki: DEVLETLER ÇOCUK ÖLDÜRMEMELİ!

Yaşadığımız coğrafya ve koşullar altında devletler, örgütler, karteller veyahut gruplar arasındaki silahlı çatışmalar dünyanın dört bir yanına sirayet ediyor. Bunun en büyük örneği yanı başımızdaki Suriye iç savaşında oldu, senelerce sürdü. Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütüne göre 30 binden fazla çocuk öldü bu savaşta, binlercesi yaralandı, binlercesi henüz kayıp… Devletler bu arenada binlerce çocuğu öldürdü. Devletler, negatif statülü sorumluluklarını yerine getirmedi.

Savaşlar, silahlı çatışmalar ağza kolay alınabilecek kavramlar değil. Hele bu kavramları, çocuklar eşliğinde ağza alabilmek hiç kolay değil. Silahlı çatışmalar esnasında öldürülen siviller arasında çocukların hedef alınması daha kolay. Çünkü çocuklar fiziksel olarak toplumdaki en zayıf grup. Silahlı çatışma bölgelerinde yaşayan çocuklar da dezavantajlı grupların başında yer alıyor.

Silahlı çatışmaların sonrasında çocukları hayata yeniden kazandırabilmek çok sancılı geçiyor. Çocuğun, yaşadığı derin travmayı bir kenara bırakıp ‘nerde benim haklarım?’ demesini bekleyemeyiz. Bu anlamda çocukların güvende yaşama hakkını en başta ihlal etmiş olan devletlerden de bu anlamda çocuğu toplum yeniden kazandırma süreci ile ilgili sürekliliği olan bir çalışma yapmasını bekleyemeyiz.

Silahlı çatışmalar her yere aynı şekilde sirayet etmediği için silahlı çatışmalardan sonraki süreçte genelde “savaş”ın çıktığı yakın ülkelere bir göç dalgası oluyor. Bu bilinmeye doğru yolculukta çocuklar da oluyor... Seneler önce cansız bedeni kıyıya vuran Aylan bebeği unutmak ne mümkün?

Bu bilinmeze yolculuk son bulduğunda eğer insanlar ve çocuklar hayatta ise (ki yeni yaşam koşulları altında hayatta kaldıklarına sevinemiyorlar bile) her şey yeni başlıyor...

Çocuklar, çocuk olduğunu bile unutuyor. Hayatta kalabilmek için küçücük omuzlarına dünyanın en ağır yükü veriliyor: ‘Hadi taşı!’ Deniliyor. Hiçbir yerde kayıtları yok, en ağır şartlarda çalışıyorlar. Ucuz iş gücüler, insan değiller…

Çocuklar, silahlı çatışmaların onlarda bıraktığı bu ağır travmayı yaşamak zorunda değil. Bugün çocukların haklarından, hukuktan bahsediyorsak çocuk haklarına yönelik küresel bağlayıcılığı ve yaptırımları inşa etmemiz gerekiyor. Bu politikaları sivil toplum kuruluşlarının yapması beklemek yetmeyecek. Savaşın doğrudan muhattabı devletler. Çocukların haklarının korunmasının ve geliştirilmesinin doğrudan muhattabı da onlar.