Belli ki Türk tarafı da bu sürece olumlu yaklaşmış ve ABD’nin teklifini kabul etmiş. Bu noktada geçtiğimiz ay Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in “YPG” yerine ilk kez “SDG” ifadesini kullanması dikkate değer.

Türkiye tarihi günlerden geçiyor.

1978’de PKK’nın kurulmasıyla başlayan ve 1984’ten beri tam teşekküllü bir silahlı ayaklanmaya dönüşen, on binlerce insanımızı kaybettiğimiz neredeyse yarım asırlık bir isyan en sonunda bitmiş gibi gözüküyor.

Peki PKK nasıl oldu da silah bıraktı ya da bıraktırıldı?

Bu soruya siyasi iktidar halkın tepkisini çekmemek için “Öcalan çağrı yaptı örgüt de silah bıraktı” şeklinde cevap veriyor olsa da gerçeğin bu olduğuna inanmak elbette ki mümkün değil. Sadece bu şekilde PKK silah bırakacak olsa, Öcalan zaten 1999’dan beri hapiste. Böyle bir çağrı yapmak ya da yaptırtılmak için neden 26 yıl beklensin? PKK’nın askeri olarak da yenildiğini söyleyemeyeceğimize göre örgüt hiçbir kazanım elde etmeden niçin silah bıraksın?

Burada gerçek, Türk devleti-Cumhur İttifakı ile Öcalan-PKK arasında karşılıklı bir ödünleşme olduğu.

Meselenin düğüm noktası ise aslında Suriye. Çözüm de oradaki gelişmelerle bağlantılı olarak gelmiş gibi gözüküyor.

Öyle anlaşılıyor ki, ABD başta İsrail’in güvenliği olmak üzere çeşitli sebeplerden ötürü Suriye’deki özerk Kürt yönetimini ve onun silahlı gücü olan Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) bir biçimde orada tutmaya kararlı. Suriye’de devam etmekte olan yeni yapılanmada resmi adı “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Bölgesi” olan Kürtlerin “Rojava” dediği yapı, belli düzeyde Suriye’ye entegre olacak olmakla birlikte belli düzeyde de varlığını koruyacak. Şu anda orada da devam etmekte olan bir süreç var.

Ancak bu durum ilk etapta Türkiye’nin büyük tepkisini çekti ve kamuoyuna da defalarca yansıdığı üzere Türk tarafı böye bir duruma müsaade etmeyeceğini ve gerekirse Suriye’nin kuzeyine askeri müdahaleden de kaçınmayacağını söyledi. Türkiye’nin buradaki temel gerekçesi SDG’nin PKK ile olan güçlü bağları.

İşte bu noktada özerk Kürt yönetiminin varlığını koruyabilmek adına ABD tarafından Türkiye’ye bir taviz verilerek PKK’ya silah bıraktırılmış gibi gözüküyor. Çünkü PKK silah bıraktığında Türkiye için Suriye’deki özerk Kürt yönetimine müdahale etmek için bir sebep de kalmayacak. Sonuçta Suriye ayrı ve egemen bir ülke ve SDG’yi de Türkiye “terörist” olarak görmekle beraber tüm dünya legal bir oluşum olarak görüyor.

Belli ki Türk tarafı da bu sürece olumlu yaklaşmış ve ABD’nin teklifini kabul etmiş. Bu noktada geçtiğimiz ay Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in “YPG” yerine ilk kez “SDG” ifadesini kullanması dikkate değer. Zaten Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik açıklamalarında da önemli ölçüde bir azalma ve yumuşama göze çarpıyor.

Türkiye’nin böyle bir anlaşmayı kabul etmesinin muhtemel iki nedeni var: Birincisi, ABD’nin inisiyatifiyle yürüyen süreci zaten durdurma imkanının olmaması ve en azından süreçten bir kazanımla ayrılma isteği. İkincisi de, Türkiye’de mevcut siyasi iktidara olan halk desteğinin önemli ölçüde düştüğü bir dönemde ABD’yi karşısına almayı bilhassa istememesi.

Öte yandan, meselenin daha ikincil olmakla beraber Türkiye boyutu da var. Siyasi iktidar PKK’nın silah bırakması karşılığında Türkiye içerisinde de bazı adımlar atmayı taahhüt etmiş gibi gözüküyor. Süreç kapalı kapılar arkasında yürütüldüğü için henüz bu adımların neler olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ancak, anadilde eğitim ve vatandaşlık tanımının revizyonu en güçlü olasılıklar olarak gözüküyor.

Tabii, süreç sonunda Kürt siyasal hareketinin tutuklu tüm vekil ve belediye başkanları da salınacak ve kayyum atamaları artık duracak. PKK silah bırakacak ama -muhtemelen Öcalan’ın fiili liderliğinde- DEM Parti siyasi hayatına devam edecek. Kürtler mevcudun ötesindeki hak talepleri için mücadelelerini sivil siyaset üzerinden vermeye devam edecek.

Bence bu anlaşma gayet olumlu ve makûl. Zaten bir anlaşmaya varılmak isteniyorsa son tahlilde iki tarafın da bazı ödünler vermesi gerekiyor. Sonuçta PKK da son yıllarda güçten düşmüş olmakla beraber askeri olarak tamamen yenilmiş bir örgüt değil. Silahlı isyanı sonlandırmak da burada onun verdiği bir ödün oluyor.

Ancak meselenin Türkiye’nin demokrasisi açısından çok tehlikeli bir yönü de söz konusu. Normal şartlarda bölgesel gelişmelerin zorlamasıyla ortaya çıkan bu çözüm süreci bir noktada kaçınılmaz olarak Türkiye’nin iç siyasetine bağlanacak. Ve o noktada Türkiye’de rejim bu süreci kendi iktidarının devamlılığı için mutlaka kullanmaya çalışacak. Bu kullanmanın ilk aşaması da muhtemelen Kürtlere kimlik hakları veren düzenlemelerle Erdoğan’ın ömür boyu cumhurbaşkanlığının önünü açan düzenlemelerin aynı anayasa paketinin içine koyulması, bu şekilde bu anayasa paketinin DEM Parti’nin desteğiyle geçirilmeye çalışılması olacak gibi gözüküyor.

Bu süreci önümüzdeki dönemde bol bol konuşacağız.