Böylesi inişli çıkışlı bir süreç geçiren Venezuela, 2019 yılı itibariyle ABD ile arasındaki ilişkileri eylemsel olarak noktaladı.
Venezuela, Chávez döneminden itibaren Bolivarcı geleneği benimseyerek Latin Amerika’ya yeni bir ses getirmeyi planladı. İlk zamanlarda başarılı da oldu. 2013’te Chávez’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Maduro, “yeni Bolivarcı” politikalarla Latin Amerika’daki mevcut rotasyonu alaşağı etti. Dolayısıyla Chávez’in Bolivarcı anlayışı öyle sürüp gitmedi.
Latin Amerika için büyük önem taşıyan Petrolün kalbi Venezuela’da atıyor. Chavez’in ölümünden sonra, Maduro’nun iktidarı ile başlayan petrol fiyatlarındaki dalgalanmaya Maduro yeteri müdahale edemedi. Revize olmayan petrol politikaları içinden çıkılmaz bir hale gelince iktisadi kriz kaçınılmaz oldu.
Bu iktisadi kriz halkın temel barınma ve gıda gibi ihtiyaçlarına dahi erişememesine neden olarak halkı amansız bir hastalığa terk etti. Krizin ardından koltuğunu terk etmeyen Maduro, seçimlerde usulleri uygulamamış, hatta en yakın rakiplerini tutuklatmıştı. Bütün bunlara ek olarak temel hak ve özgürlüklere olağanüstü bir sınırlama rejimi uygulamış, muhalifleri sürgüne yollamış, ses çıkarma cüretini gösteren herkese de parmak sallamıştı.
Olanlar dolayısıyla canına tak eden halk, ölümü göze alarak canı pahasına yollara düşmüş ve böylelikle Kolombiya’ya doğru ilk göç dalgası oluşmuştu. Halihazırda pandemiden yeni çıkmış Kolombiya da bu ağır göç darbesine dayanamayarak göçmenleri geri göndermeye çalıştı. Böylece bu göç ve iktisadi kriz bir anda Latin Amerika’nın dört bir yanını sardı.
Böylesi inişli çıkışlı bir süreç geçiren Venezuela, 2019 yılı itibariyle ABD ile arasındaki ilişkileri eylemsel olarak noktaladı. ABD, Maduro’nun girdiği son seçimden önceki seçimde seçimi meşru bulmayarak muhalefet liderini kendisine muhatap olarak görmüştü. Demokrasiyi seven Maduro da bu yorumu anti-demokratik olarak yorumlamış ve süreci “darbe çağrısı” olarak dünden yorumlanmıştı.
Bu süreçte ABD ile ilişkileri iyice gerilen Venezuela’ya; ABD tarafımdan sert iktisadi tepkiler geri kalmadı. Venezuela’da devlet tekelinde bulunan petrol şirketlerine ağır ambargolar uygulanarak yeni güncel krizler doğdu.
2020’lere doğru gelindiğinde ise Washington, Maduro’yu uluslararası uyuşturucu kaçakçılığının lideri olmakla itham etti. Hatta biraz daha ileri giderek suç örgütünün elebaşı olarak lanse etti. Bunun asıl sebeplerinden biri şu: Venezuela’dan Kolombiya’ya doğru yükselen bir göç dalgası vardı geçmişte. Bu göç dalgası, Kolombiya üzerinden ABD’ye başta kokain olmak üzere büyük miktarda uyuşturucu madde soktu.
Tam bu noktada geçtiğimiz günlerde Maduro’nun Trump’a yazdığı mektup gündeme oturdu. Mektup, Washington’a “yeniden masaya dönme” çağrısı barındırıyor. Maduro, ABD’nin Venezuela halkını cezalandıran yaptırımlarını sonlandırmasını istiyor. Ancak ortada ironik bir gerçek var: Halkı açlığa, sürgüne ve çaresizliğe sürükleyen bizzat Maduro’nun kendi politikalarıydı.
Maduro’nun Trump’a gönderdiği bu satırlarda ne mi yazıyor? Çaresizlik açıklamalarından başka hiçbir şey…Latin Amerika’nın en zengin petrol rezervlerine sahip bir ülke, bugün komşularına göç dalgası ihraç eder hale gelmişse bunun tabanı sözüm ona komünist Maduro’dur.. Bu durumu değiştirecek olan irade Washington’da değildir. Bu irade Venezuela halkının iradesinin ta kendisidir.