Bilen bilir ki Latin Amerika ve ABD ilişkileri tarihsel süreç içerisinde hep inişli çıkışlıdır. Burada Venezuela ise son dönemeçlerde çok etkilenen ülkelerin başında yer alıyor.
Geçtiğimiz günlerde Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun, ABD Başkanı Donald Trump’a yazdığı ‘Çaresizlik Mektubu’nun ardından, iki ülke arasındaki kriz büyüyerek devam ediyor. Maduro’nun mektubunda altını özellikle çizdiği karşılıklı diyalog talebine, ABD zımni bir yanıt vererek Karayip Denizi’ne üç savaş gemisi gönderdi. Bu zımni yanıttan da anlıyoruz ki ABD, Maduro’yu artık muhatap olarak görmüyor.
Maduro’nun yazdığı mektubun her satırından şunu çıkarabiliriz: Maduro artık köşeye sıkışmış bir durumda. Bundan dolayı siyasi nezaketin ardına sığınarak, tatlı tatlı mektuplar yazarak ABD ile dış politikada ılımlı yol yürümeye çalışıyor. Fakat ABD ise birkaç gün önce Karayip Denizi’ne çıkardığı üç savaş gemisi ile yeni planlar inşa ediyor.
Bilen bilir ki Latin Amerika ve ABD ilişkileri tarihsel süreç içerisinde hep inişli çıkışlıdır. Burada Venezuela ise son dönemeçlerde çok etkilenen ülkelerin başında yer alıyor. Chavez’den önce (yani soğuk savaş döneminde) Venezuela’da sol komünist bir yöneyim yoktu. Dolayısıyla bu dönemde Latin Amerika’daki silahlı sol sosyalist ekipler tehdit olarak algılanıyordu. Bu dönemde Maduro ya da Chavez gibi olağan petrol politikalarını terk eden ekipler de pek olmadığı için ABD ve Venezuela ilişkileri nispeten iyiydi.
Venezuela’daki, kırılma noktası Chavez ile başladı. Bolivarcı sosyalist Chavez iktidara geldiği gibi ABD’ye mesafe almış petrol politikalarının rotasını değiştirmişti. Hatta ’’ABD’ye karşı Latin Amerika’da bir blok kuralım’’ fikrinin de mucididir kendisi. Gerilerek devam eden diplomatik ilişkilerde Chavezin ölümü sonrasında bir duraksama meydana geldi.
Bu süreçten sonra İktidarı devralan Maduro ile Venezuala korkunç bir hezeyana uğrayacak pandemi ile de birleşince de insan hakları ihlalleri korkunç seviyelere ulaşacaktı. Seçimler dahi şaibeli geçecek, Maduro rakiplerini tutuklatacaktı. Hatta bu süreçte Latin Amerika’daki, insan hakları ihlallerini raporlayan insan hakları izleme örgütü (Human Rights watch ) Maduro’nun ithamlarından payını alacaktı…
Tarihsel arka plan böyle iken bugünlerde ABD’nin Karayip Denizi’ne 3 tane savaş gemisi göndermesi ne demek?
Buna farklı manalar yüklenebilir. Washington yönetimi, Venezuela’dan çıkan kartellerin ve uyuşturucuların bölgeye yayılmasını buna gerekçe olarak gösteriyor.
Şuna Özellikle dikkat çekmek isterim ki Karayipler’in bir geçiş koridoru olması, ABD’nin doğrudan kendi sınırlarını koruma çabasından ibaret olamaz. Bu gemi çıkarma, uyuşturucu kaçakçılığına karşı her ne kadar “güvenlik önlemi” olarak hissedilse de gemilerin sahada bulunması kartelleri gözlemlemekten farklı bir anlam daha barındırıyor: ABD’nin bölgedeki askeri varlığını hissettirme çabasının somut çabası… Yani ‘her an size bir askeri müdahalede bulunabiliriz ’mesajı bu.
Geçen haftaki yazımda da belirttiğim üzere Venezuela halkı, Maduro ile demokrasi kavgası veriyor. Bu süreç hem sivillerin açısından hem de diplomatik müzakere açısından epey sancılı geçiyor. Halkın dahi seçimlerde meşru görmediği Maduro’yu küresel diplomasi de lider olarak asla tanımıyor. Bu da ABD’nin savaş gemilerini denizde gösterip güç göstermesini haklıymış gibi lanse edilmesine sebebiyet veriyor.