Resmi makamlar bu konuya açıklık getirmelidir. Hukuk devletinin en temel ilkelerinden biri olan “hesap verebilirlik”, afet yönetimi söz konusu olduğunda daha da önem kazanmalıdır.

Bundan tam 26 yıl önce bir Ağustos gecesi, Türkiye için en uzun gece oldu. Saatler 3.02’yi gösterirken yaşanan 45 saniyelik bir deprem, uzun süre hayatı durdurdu. Bu 45 saniyenin sonucu neredeyse 45 yıllık bir enkaz bıraktı. Bu gece, ülkenin hafızasına derin bir travma ve dersler bıraktı.

Resmi rakamlara göre depremde yaklaşık 19 bin kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi yaralandı, 5 bin 840 kişi ise kayboldu. Bu rakamlar elbette “resmi” olanlar. Bir de resmi olmayanlar var; çünkü cesedi bile bulunmayan binlerce insan oldu o dönem. BBC’nin, bu depremden 20 yıl sonra yayınlanan haberinde ise can kaybı neredeyse 50 bin olarak ifade ediliyor. Bunlar birer rakamdan ibaret; fakat gerçek şu ki, halk canıyla sınandı bu süreçte.

Deprem anında can havliyle kendini sokağa atanlar için şartlar oldukça zordu. Başta yeterli hijyen malzemelerine ve gıdaya erişememek gibi sebeplerden dolayı birçok insan mağdur oldu. İnsanlar, depremden sağ kurtulduklarına sevinemedi bile.

Neredeyse tüm toplumsal facialarda duyduğumuz “sonlandıracağız, gerekli tedbirleri alıyoruz” gibi boş vaatler o dönemde uzun zaman boyunca televizyonları işgal etmişti. Bunun muhtemel sonucu da deprem yönetmeliklerinin değişmesi, yasamanın da görevini hatırlaması ve kanunların yenilenmeye başlaması oldu.

Birkaç ay sonra çıkarılan Özel İletişim Vergisi, diğer adıyla “deprem vergisi” başlangıçta geçici iken bir süre sonra kalıcı hale getirildi. İlk başlarda afet bölgesinin yeniden inşası, altyapıların onarılması ve afete karşı önlem çalışmaları için toplanan bu vergi, daha sonra kapsam alanı genişletilerek genel idare bütçesine gelir sağlama aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bu durumun vahimliğini gösteriyor. Neden mi? Çünkü ne zaman olacağı bile belli olmayan bir afet için alınan bu vergiye senelerdir “bütçeye katkı” gözüyle bakıldı.

1999’dan bu yana deprem vergisi adı altında yaklaşık 40 milyar dolar toplandı. Hiç de küçümsenmeyecek bir rakam. Altyapıyı yeterli donanıma getirecek kadar büyük bir meblağ. Bu verginin bugün nerelerde kullanıldığına, Balıkesir’deki depremden önce sormadık; 6 Şubat’ta 50 bine yakın insanımızı kaybettiğimizde sorduk çünkü.

Resmi makamlar bu konuya açıklık getirmelidir. Hukuk devletinin en temel ilkelerinden biri olan “hesap verebilirlik”, afet yönetimi söz konusu olduğunda daha da önem kazanmalıdır. Mesele sadece vergilerin hesabı değil, insan hayatının korunmasıdır.

1999’dan bu yana geçen yıllar içinde afet yönetimi, yapı denetimi ve şehir planlaması gibi alanlarda pek çok yasa çıkarıldı, kurumlar kuruldu. Ancak bu adımlar, gerçek anlamda insan hayatını önceleyen bir dönüşüme dönüşmedi. Bunu şuradan anlayabiliriz: 1999’dan bu yana yüzlerce şiddetli ya da şiddetsiz deprem yaşandı, ama neredeyse hiçbirinde acil eylem planı uygulanamadı. Dün gece Balıkesir’de olduğu gibi, 6 Şubat’ta Hatay’da olduğu gibi... Türkiye gibi jeolojisi hareketli bir coğrafya için önlemler son derece sıkı olmalı. Her an doğal felaketlere hazırlıklı olmalı. Bu tedbirler, beşeri faaliyetlerle sağlanmalı. İdare harekete geçmeli.