Kürtlerin vatanı Türkiye Cumhuriyeti’nde anayasal olarak Kürtleri kabul etmemek, herkesi Türk kabul etmek bir ayrımcılıktır.
Türkiye’de siyaset ve onun inşa ettiği sosyoloji, “Ülke elden gidecek, din elden gidecek, laiklik elden gidecek” gibi ülkenin varlığının sürekli tehdit altında olduğu iddiası ile, tek tip olmayan bir coğrafyada tek tipçiliği yerleştirmek için korku zemininde kuruldu. Bir dönem Türkiye siyasetini ve o siyasetin inşa ettiği sosyolojiyi açıklarken “korku cumhuriyeti” ifadesi kullanılması da bu nedenleydi. Çünkü korku kadar bireyleri ve toplumları domine eden az şey vardır.
Sonuç ortada, korkutularak inşa edilen bir toplumda her kesim öteki gördüğünü öyle olsun ya da olmasın birer tehdit olarak görmeye başladı. Toplumsal huzursuzluk üzerinden inşa edilen toplumda da makul, barış, kardeşlik, birlikte yaşama kültürü oluşamayacağı için maalesef olması gerektiği kadar sükunete kavuşamadık.
Türkiye’deki tek tipçiliğin “ideal tipi”, Müslüman, sünni, Türk, seküler birey üzerine kurulmuştur. Bu nedenle inançsız, Alevi, dindar, Kürt yani ülkenin neredeyse çoğunluğunu oluşturan asli unsurlar, maalesef ülkede öteki, tehdit olarak kodlanmıştır. Elbette ülkede her kesim birbiriyle kanlı bıçaklı değil, asgari müşterekte buluşarak birlikte yaşıyoruz ancak en ufak bir krizde bu korku iklimi, bu ayrımcılık hemen su yüzüne çıkıyor, oysa birlikte yaşama kabiliyetine zaten “normal” zamanlarda değil, kriz zamanlarında krizler daha kolay atlatılsın nedeniyle ihtiyaç duyulur. Ve bu konuda başarılı olduğumuz da söylenemez.
Çözüm süreciyle birlikte yukarıda ifade ettiğim toplumsal krizler de gün yüzüne çıktı. “Kürt yoktur”dan başlayan yok sayıcı söylem, “Kürt vardır ama anayasal olarak Türklük üst kimliktir”e kadar ehlileşti ancak yine de Türklük bir üst kimlik değil de etnisiteye bağlı bir kavram olduğu için henüz etik ve eşitlikçi normlara dayalı bir söylem inşa edilemedi.
Kriz zamanları aynı zamanda fırsat da üretebilir. “Kürt yoktur”dan sonra Kürt varlığını kabul eden buna bağlı olarak da, her ne kadar Kürtlere yapılan ayrımcılığı inkar etmek için sorulan retorik sorular olsa da, mesele “Kürtlere nerede ve nasıl ayrımcılık yapıldı?”ya kadar bir “iyileşme” gösterdi.
İnsanların alnında Kürt yazmadığı için ya da bir Kürt çıkıp kendi kimliğini açık biçimde belirtmedikçe ya da herhangi bir kriz olmayınca evet belki doğrudan Kürtlere yönelik bir ayrımcılık olmadı ama bir şeyin ayrımcılık olması için zaten bu kadar ileri boyutta bir insan hakları ihlaline varmanın da lüzumu yok.
Kürtlerin vatanı Türkiye Cumhuriyeti’nde anayasal olarak Kürtleri kabul etmemek, herkesi Türk kabul etmek bir ayrımcılıktır.
Kürt çocuklarına “Ne mutlu Türk’üm diyene!” dedirtmek bir ayrımcılıktır.
Sivil Kürtlere, terörist muamelesi yapmak bir ayrımcılıktır.
Kürtlerin travmalarından olan ve devletin adalet mekanizmasını yerle bir eden “beyaz Toroslarla” Kürtlere tehditte bulunmanın “serbest olması” bir ayrımcılıktır.
“Kürtçe konuşmak yasak edildi” şeklinde gazete kupürlerinde maharetmiş gibi paylaşılan haberler, Türkçe bilmediği için öğretmeninden dayak yiyen çocuklar, köyleri boşaltılan insanların yaşadıkları ayrımcılıktır. Hatta ayrımcılık değil somut suçlardır.
Asırlardır, bu topraklarda Türklerle birlikte yaşayan Kürtlere, “Türkiye, Türklerindir!” demek ayrımcılıktır.
Bir tıp hekim, bir hukuk profesörü, bir tarihçi, devletin resmi kurumlarının başında olan kişiler tarafından, Kürtleri, yok saymadan tutunda doğum kontrolü yapmaları gerektiğine kadar her alanda tahkir etmek ve bunun farkında dahi olmamak ayrımcılıktır.
Ana ve oğulun, hapishane görüşünde Kürtçe konuşmasının yasak edilmesi ayrımcılıktır.
“Hırt” kelimesi geçince, manası Kürt olmasa dahi, Kürt’ü ifade etmek için kullanıldığını “öğrenmiş” olmak ayrımcılıktır.
Suça değil, suçu işleyenin etnisitesine bakmak ayrımcılıktır.
Hapiste olan bir siyasetçi “Kürtçe öğreniyorum” dediği için linç ediliyorsa, bu ayrımcılıktır.
Haksızlık etmek olmaz, bunlar yakın zamanda, 90’lar ve öncesinde olduğu kadar yoğun yaşanmadı ancak yakın zamanda çözüm süreciyle birlikte kaldığı yerden devam etmeye başladı. Çünkü korku iklimi böyledir, unuttuğunuzu sandığınız anda bir cümle ile tekrar kabusunuz olmaya devam eder. Ancak ortada bir korku varsa, bu sadece tek tipçilerin ürettiği ve ideal tipin yaşadığı korkular değil. Kürtlerin de korkuları var, onların kabusları var… ama ayrımcılığı kanıksamışlar için korkular, sadece kendi korkularıdır, kendi suni korkularını gerçeklik, insanların gerçek korkularını “uydurulmuş” birer mağduriyet olarak görürler. Bu da bir ayrımcılıktır.
Yeterli mi?
Ayrımcılığı normalleştirenler için elbette yeterli değil. Ayrımcılık öyle yerleşmiş ki tüm bunların ayrımcılık olduğun farkında bile değiller. O nedenle pişkince soruyorlar; Kürtlere nerede ayrımcılık yapıldı?
Burada, tam burada… herkesin her şeyi bildiği yerde. Çünkü herkes her şeyi biliyordu. Çünkü herkes her şeyin farkındaydı. Çünkü her şey herkes yaşarken oldu. Artık bunu biliyor insanlık, sen de artık inkar etmekten vazgeçsen mi?