Geçtiğimiz Salı günkü grup toplantısında Devlet Bahçeli, Öcalan’ın mecliste DEM Parti grubunda konuşma yaparak PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmasına yönelik kendi çağrısını yineledi. Bu çağrı, Pazartesi günü DEM Parti’nin üç belediyesine kayyum atanmasından hemen sonraki gün yapılınca haliyle Kürt meselesi tekrardan Türkiye siyasetinin birincil gündem maddesi haline geldi.

Geçen haftaki yazımda, TUSAŞ’a yönelik terör saldırısı sonrası sürecin bir miktar rölantiye alınsa da tekrardan devam edeceğini söylemiştim. Nitekim öyle de oldu.

Bu gelişmeler ışığında geçen hafta Cumhur İttifakı’nın muhtemel Kürt planı üzerine yaptığım saptamaları genişletmek istiyorum.

İç mi dış mı?

Geçen hafta belirttiğim gibi, iktidarın kafasında, Rusya modeli örnek alınarak, ulus-devletten neo-Osmanlıcı emperyal bir siyasi yapıya geçiş var. Bunun böyle olduğunun sinyalini Bahçeli konuşmasında “Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve etnik toplulukları nasıl bir arada bünyesinde tutup barış ve sükûneti tesis etmişse, ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk barışı devrinde de aynısı yaşanabilecek” diyerek aslında kendisi de açık bir şekilde verdi.

Bu sözler ayrıca iktidarın Kürt planının arkasında bölgesel jeopolitik gelişmelerden kaynaklı güçlü bir dışsal motivasyon olduğunu da açık bir şekilde gösterdi.

Öte yandan, bazı yorumcular, Bahçeli’nin konuşmasında Erdoğan’ın yeniden seçilmesine ve bu amaçla anayasa değişikliği yapılmasına da değinmesini “işte gördünüz mü asıl niyet hep buydu” tepkisiyle karşıladılar ve bu değinmeyi yeni Kürt açılımının arkasında asıl olarak içsel dinamiklerin olduğunun bir delili olarak gördüler.

Erdoğan’ın siyasi hamleleri yorumlanırken bu hamlelerin arkasında tek bir motivasyon ve hedef varmış gibi düşünmek sık yapılan bir metodolojik hata. Halbuki, siyasi süreçler çok değişkenli ve oldukça karmaşık olduğu için, Erdoğan bir siyasi hamle yaparken çoğu zaman aslında bir taşla birden çok kuş vurmaya çalışmakta.

Nitekim, yeni Kürt açılımı için de bu böyle. Süreç asıl olarak bölgesel jeopolitik gelişmelere bir yanıt olarak başlatıldı. Ancak, böyle radikal bir hamlenin iç siyasete de bir noktada eklemlenmemesi beklenemez. Zaten, neo-Osmanlıcı emperyal bir siyasi yapıya geçebilmeniz için öncelikle bir anayasa değişikliği yapmanız gerekir. Anayasa değişikliği yapılırken de süreç elbette Erdoğan’ın yeniden seçilmesi meselesiyle ilişkilenecek ve bu noktada DEM Parti desteği de önemli bir rol oynayacaktır.

Yani burada dışsal ve içsel dinamiklerin kaçınılmaz olarak beraber yürütülmesi durumu söz konusu.

Ancak, son tahlilde sürecin asıl başlatıcısı hangi dinamiktir diye sorarsanız dışsal dinamiklerlerdir. Çünkü, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, Erdoğan’ın anayasa değişikliği için illa ki DEM Parti desteğini sağlaması şart değil. Sağlamak istese bile, bunu Öcalan’ı TBMM’de konuşturarak kendisine milliyetçi oyları kaybettirecek şekilde yapmasına gerek yok.

“Erdoğan’ın haberi yok” iddiası

Peki, bu bağlam içerisinde, Pazartesi günü atanan kayyumlar nereye oturmakta?

Tahminim, kayyumlar Kürt hareketine yönelik bir gözdağı.

Muhtemelen şu anda Kürt hareketiyle kamuoyuna yansımayan gizli müzakereler yürütülüyor. Ve müzakereler muhtemelen Türk tarafının istediği biçimde ilerlemedi. O yüzden bu kayyumlarla karşı tarafa “yaptığımız teklifi kabul etmezseniz bu tür bir yola girmekten de çekinmeyiz” mesajı veriliyor. Zaten hem Bahçeli teklifinin kabul edilmemesi halinde böyle olacağını belirtmiş hem de kayyumların atanmasından hemen sonra Ahmet Türk müzakereler umduğu gibi gitmediği için devletin böyle bir adım atmış olabileceğini belirtmişti.

Öte yandan, kayyumlara dair dikkate değer başka bir açıklama da söz konusu. Eski AKP milletvekili ve gazeteci Şamil Tayyar, Bahçeli’nin böyle bir çıkış yapacağından Erdoğan’ın haberinin olmadığını, aslında Erdoğan’ın böyle bir süreci istemediğini ve kayyumların da Erdoğan tarafından Bahçeli’nin haberi olmadan süreci bitirmek için atandığını iddia etti. Başka bazı gazeteciler de Bahçeli’nin kayyumlardan haberinin olmadığını yazdı veya Tayyar’ın yazdıklarını paylaştı.

Ancak, ben bu iddiayı pek ihtimal dahilinde görmüyorum. Bahçeli’ninki gibi çok büyük bir çıkışın Bahçeli ve Erdoğan arasında belli bir mutabakat olmaksızın yapılabileceğine inanmak oldukça güç. Cumhur İttifakı’nın içerisinde Bahçeli’nin elbette ki bir ağırlığı var ancak bu derece başına buyruk davranabilecek düzeyde değil. Zaten Erdoğan da Bahçeli’nin çıkışına destek verdiğini çok kere ifade etti. Bununla beraber, Bahçeli kadar net ifadeler kullanmadığı ve kendisini kısmen sürecin dışında tuttuğu da göze çarpmakta.

Özetle durum şu: Cumhur İttifakı, dışarıda neo-Osmanlıcı emperyal bir yapıya geçişin, içeride ise hem bunun hukuksal altyapısını hazırlayacak hem de Erdoğan’ı yeniden seçtirecek bir anayasa yapmanın peşinde. Bu doğrultuda Kürt hareketi ile müzakereler yürütülüyor ve ona karşı havuç/sopa stratejisi izleniyor. Şimdi ABD’de Trump’ın da tekrardan başkan seçildiğini düşünürsek, Cumhur İttifakı’nın bu planlarının ABD desteği alması da muhtemel gözüküyor.