Son bir önemli fark da darbenin süresine dair. Klasik darbeler bir gecede ya da en fazla birkaç günde aniden olur ve biter.
Türkiye 19 Mart’tan beri bir darbe sürecinin içerisinden geçiyor.
Hatırlayalım: 18-19 Mart’ta İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptali ve hemen ertesinde İBB üst yönetimi ile birlikte tutuklanması ile başlayan süreç, özellikle 5 Temmuz’da CHP’li belediye başkanlarına yönelik tutuklamaların Antalya ve Adana gibi büyük şehirlere yayılması ile yeni bir aşamaya geçmişti.
Geçtiğimiz Salı akşamı gelen bir mahkeme kararı ile ise darbe süreci tekrardan yeni bir eşik atladı. CHP’nin İstanbul İl Kongresi iptal edildi ve başta Özgür Çelik olmak üzere CHP’nin seçilmiş il yönetimi görevden alındı.
Özgür Çelik ve CHP İstanbul il yönetiminin neden hedef alındığını tahmin etmek zor değil. Özgür Çelik, Özgür Özel’den sonra 19 Mart darbesine en etkili direnen isimlerin başında geliyor. Bu doğrultuda geceli gündüzlü çalışıyor ve geri adım atmıyor. Bilindiği üzere rejimin CHP’ye saldırılarına karşı İstanbul’da her hafta bir miting düzenleniyor. Bu durumu göz önüne aldığımızda cezalandırılmaya çalışılması çok vahim olmakla beraber ülkenin geldiği noktada maalesef ki şaşırtıcı değil.
Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere[i], şu anda karşı karşıya olduğumuz şey açıkça bir darbe. Ancak klasik anlamda bir darbe değil.
Öncelikle darbeyi iktidara gelmek isteyenler değil, zaten iktidarda olanlar iktidardan gitmemek amacıyla yapıyor. Dolayısıyla bu bir “tepeden darbe”.
Ayrıca, darbeyi gerçekleştiren kurum klasik darbelerdeki gibi ordu değil yargı. Dolayısıyla bu ayrıca bir yargı darbesi.
Son bir önemli fark da darbenin süresine dair. Klasik darbeler bir gecede ya da en fazla birkaç günde aniden olur ve biter. Bu darbe ise uzun bir sürece yayılmış durumda ve adım adım ilerliyor. Yeni gelişmelerle sürekli eşik atlıyor.
Tüm bu farklara rağmen, içinden geçtiğimiz darbe sürecinin hedefi klasik darbelerden hiç farklı değil. Amaç CHP’yi iktidar iddiası olmayan kontrollü bir muhalefet partisi haline getirmek. Bu da açıkça Türkiye’de 1950’den beri var olan serbest seçimlerin ortadan kalkması anlamına geliyor. Seçimler elbette bundan sonra da olacak ama asgari düzeyde “serbest”, yani iktidar değişimi ihtimali taşıyan seçimler olmayacak. Bu şekilde Erdoğan sözde halk tarafından seçilmiş olma meşruluğuna sahip olarak devleti ölene dek yönetebilecek.
Darbe sürecinin tamamlanması için son bir adım kalmış gibi gözüküyor. Eğer 15 Eylül’de son CHP kurultayı için sözde “mutlak butlan” kararı çıkarsa ve Kılıçdaroğlu’nun partiye kayyum olarak atanması başarılabilirse bu darbe sürecinin tamamlandığı anlamına gelecek.
Birçok yorumcunun dillendirdiği üzere, 2 Eylül’deki karar da zaten 15 Eylül’deki “mutlak butlan” kararının bir ön provası gibi duruyor.
Tabii mevcut CHP yönetimi de karara kolayca teslim olmayacaktır. Nitekim 2 Eylül’deki karara da teslim olmadı. Kararı tanımadığını açıkladı ve kayyum olmayı kabul eden Gürsel Tekin’i partiden ihraç etti. Bunlar CHP açısından doğru hamlelerdi.
CHP’nin bu hamlelerinin altında 15 Eylül’e dönük net bir mesaj var. Hem kararı alacak mahkemeye hem de Kemal Kılıçdaroğlu’na. Mahkemeye “kararı alsan da uygulatamayacaksın, dolayısıyla bu hukuksuz yola hiç girme” mesajı veriliyor. Kılıçdaroğlu’na da aynı şekilde “hem genel başkan olamayacaksın hem de rezil olup partiden ihraç edilebilirsin” deniyor. Tabii, eski genel başkan olarak Kılıçdaroğlu partiden ihraç edilebilir mi orası belirsiz ama gene de Gürsel Tekin’in ihracı bu yönde bir mesaj içeriyor.
Ancak, CHP’nin bu dik duruşuna rağmen malûm karar gene de çıkabilir çünkü öyle anlaşılıyor ki saray rejimi gözünü karartmış durumda.
Kılıçdaroğlu da bu defa farklı bir strateji izliyormuş gibi gözüküyor. Geçtiğimiz 30 Haziran’daki “mutlak butlan” kararını muhtemelen kamuoyunda oluşan yoğun tepki engelledi. Böyle bir tepkinin oluşmasında Kılıçdaroğlu’nun medyaya verdiği demeçler oldukça etkili oldu. O durumdan kendince ders çıkarmış olacak ki Kılıçdaroğlu bu defa sessiz. Muhtemelen bilinçli olarak tepki çekmemeye çalışıyor ve sinsice 15 Eylül’de rejim yargıçlarının CHP’yi kendi kucağına bırakmasını bekliyor.
CHP’nin mevcut yönetiminin 15 Eylül için her türlü önlemi alması ve Türkiye’de demokrasi ve hukuku önemseyen herkesin de CHP’nin mevcut yönetimine bu yönde destek vermesi artık bir zorunluluk. Yoksa sonuç 1950’den beri var olan serbest seçimlerin ortadan kalkması ve Türkiye’nin despotik ve tam otoriter bir siyasal rejime geçişinin tamamlanması anlamına gelecek.
[i] Örneğin 27 Mart tarihli yazım: https://www.elipshaber.com/fiili-tepeden-darbe-ve-tam-otoriter-rejime-gecis