Bahçeli’nin barış sürecine daha partiler üstü bir devlet projesi olarak yaklaştığı, Erdoğan’ın ise onu kendi siyasal iktidarının devamlılığı için kullanmak istediği ve iki aktör arasında bu konuda bir görüş ayrılığı olduğu açık.
Eski adıyla “Terörsüz Türkiye” yeni adıyla “Milli Birlik Dayanışma ve Demokrasi” komisyonu çalışmalarına başladı.
Bir yönüyle bu gerçekten tarihi bir komisyon. Çünkü yaklaşık 50 yıllık bir silahlı isyanının sonlandırılması için gerekli hukuksal düzenlemeler bu komisyon tarafından görüşülecek ve karara bağlanacak.
Ancak, öyle gözüküyor ki, komisyon sadece dağdaki militanların Türkiye’ye gelebilmesini sağlayacak hukuki bağlamda teknik meseleler ile uğraşmayacak. Barış süreciyle ilişkili olarak komisyondaki tüm majör aktörlerin kendince bir hesabı var. Belli ki ilerleyen dönemde komisyona bu bağlamdaki istekler, pazarlıklar ve çatışmalar damga vuracak.
Aslında damga vurmaması da kaçınılmaz zira barış süreci ile ilişkili olarak tüm partilerin beklentileri farklı.
Malûm, bu sürecin asıl başlatıcısı ve halen de hamisi pozisyonunda olan Devlet Bahçeli. Bahçeli, normal şartlarda dünya görüşü ile 180 derece zıt gözüken böyle bir süreci temel olarak bölgesel jeopolitik nedenlerle başlattı. Özetle, YPG’nin Suriye’de oldukça güçlendiği ve ABD ve İsrail’in YPG’nin dağıtılmasına müsaade etmediği bir ortamda, ABD, Türkiye ve bölgedeki diğer aktörler arasında bir uzlaşmaya gidildi. Buna göre, PKK tamamen silah bırakacak, YPG ise silah bırkmayacak ancak merkezi Suriye devletine entegre edilecek. Bahçeli ve Türk güvenlik bürokrasisi böyle bir anlaşmayı muhtemelen aksi takdirde İsrail destekli güçlü bir YPG’nin PKK’ya destek olarak Türkiye’yi bölünmeye götürebileceğini düşündüğü için kabul etti. YPG tehlikesi karşısında Türkiye’nin üniter yapısının bozulmasını engellemenin tek yolunun bu olduğunu düşündü.
Bu sebeple, Bahçeli’nin barış sürecinden beklentisi, bu iki temel hedefin yerine gelmesi: Yani, PKK’nın silah bırakması ve YPG’nin de Suriye devletine entegre olması.
Ancak, Erdoğan’ın hesapları farklı gibi gözüküyor. Böyle bir sürecin başlaması için Erdoğan’ın onay vermesi mutlaka şart olmakla beraber, sürecin başından beri Erdoğan’ın süreçle mesafeli duruşu dikkat çekiyor. Erdoğan bu sürecin kendisine bir halk tepkisi ve 7 Haziran 2015’te olduğu gibi oy düşüşü olarak dönmesini istemiyor. Ancak, madem bölgesel gelişmelerden ötürü böyle bir sürecin içerisine girildi, Erdoğan bu süreçten kendi asıl hedefi olan ömür boyu cumhurbaşkanı olma doğrultusunda sonuna kadar faydalanmak istiyor. Erdoğan sürece destek karşılığında DEM Parti’nin de kendisine destek olmasını, özellikle kendisine ömür boyu cumhurbaşkanlığının kapısını açacak olan yeni anayasayı DEM Parti’nin desteğiyle geçirmek istiyor.
Bahçeli’nin barış sürecine daha partiler üstü bir devlet projesi olarak yaklaştığı, Erdoğan’ın ise onu kendi siyasal iktidarının devamlılığı için kullanmak istediği ve iki aktör arasında bu konuda bir görüş ayrılığı olduğu açık. Ancak, bu görüş ayrılığı şimdiye dek Erdoğan ve Bahçeli arasında ciddi bir ihtilafa yol açmadı ve bundan sonra da açıp açmayacağı belirsiz.
DEM Parti’nin temel öncelikleri ise öncesinde yapıldığı anlaşılan anlaşma gereği MHP ile örtüşüyor. DEM Parti PKK’lıların silah bırakıp Türkiye’ye dönebilmesi kadar başta Abdullah Öcalan olmak üzere hapisteki PKK’lıların salınmasını da istiyor. Tabii PKK’lılar gibi DEM Partili siyasetçilerin de salınması ve kayyumların tamamen kaldırılmasını talep edeceklerdir. Bu taleplerin ötesinde DEM Parti, kendilerine söz verildiği anlaşılan, belli anayasal düzenlemeleri de şimdiden komisyonda dillendirmeye başladı. Ancak, CHP’nin talebi ve TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un onayıyla komisyon herhangi bir anayasal düzenleme ile ilgilenmeyecek, sadece PKK’lıların dağdan inmesi veya salınması ile ilgili meselelerle meşgul olacak.
Dikkat edilirse, DEM Parti’nin süreçle ilişkili anayasal değişiklik talebi varken Erdoğan’ın da ömür boyu cumhurbaşkanlığı ile ilgili anayasal değişiklik talebi var. Böyle bir ortamda tarafların “al Kürtlerin kimlik haklarını ver ömür boyu başkanlığı” gibi bir pazarlığın içerisine girmesi muhtemel gözüküyor. Erdoğan da geçtiğimiz haftalarda yaptığı konuşmada AKP, MHP ve DEM’in beraber yol yürüyeceğini söyeyerek işleri böyle bir pazarlığa getirmek istediğinin sinyalini verdi. Ancak, DEM ve MHP’nin böyle bir pazarlığa ne tepki vereceği şimdilik belirsiz. Böyle bir pazarlık özellikle DEM’in sol kanadından tepki çekecektir.
CHP komisyona katılımı en tartışmalı parti oldu. Çünkü, komisyona katılarak onun meşruluğunu artıran CHP’nin karşılığında bundan ne fayda sağlayayacağı belirsizdi. Geçen hafta yazdığım gibi, CHP komisyona katılarak temel olarak rejimin kendisi üzerindeki baskısını hafifletmeyi hedefliyor gibi gözüküyor. Çünkü, CHP komisyondayken MHP ve DEM Parti bundan rahatsız olacağı için Erdoğan’ın CHP’nin üzerine daha fazla gitmesi zor olabilir (olabilir diyorum çünkü Erdoğan bunu umursamayabilir de). CHP, bu süreç bir devlet projesi olarak yürüdüğü sürece, sosyal demokrat bir parti olarak sürecin dışında kalmak istemiyor. O yüzden, komisyonda anayasal değişiklik tartışılmaması ve nitelikli çoğunlukla karar alınması şartları kabul edilince komisyona katılmayı kabul etti. Bu şartların kabul edilmesi şimdilik olumlu ancak doğrudan komisyon içinde olmasa bile AKP, MHP ve DEM arasında bir anayasa pazarlığı yapılma ihtimali halen yüksekliğini koruyor.
Komisyonda her partinin süreçle ilgili siyasal beklentisi farklı. Hukuki olarak PKK’lıların dağdan indirilmesi konusunda muhtemelen bir sorun çıkmayacaktır ama iş diğer siyasi meselelere geldi mi tarafların öyle farklı talepleri var ki sonuçta buradan bir uzlaşma çıkacak mı hep beraber göreceğiz.