Adaletin yolu, her zaman tarih çizgilerinden değil; eşitlikten, ölçülülükten ve merhametten geçer.
Türkiye’de infaz hukukunun son on yılına dışarıdan bakan biri, belki de en çok şuna şaşırırdı:
Bir ceza rejimi, nasıl olur da bu kadar “tarihlere bölünmüş” bir yapıya dönüşür?
30.03.2020, 31.07.2023, 01.08.2023…
Sanki ceza hukuku değil de, meteoroloji takvimi okuyormuşuz gibi.
Her tarih yeni bir infaz rejimi, her geçici madde yeni bir kırılma noktası.
Oysa infaz dediğimiz şey, insanın özgürlüğüne doğrudan müdahaledir; bu kadar sık değişmesi, doğrusu, hukuk tekniğinin kaldırabileceği bir yük değildir.
Bir hukuk devletinde kişi,
“Bugün işlediğim suçun yarın hangi infaz kuralına tabi olacağını”
öngörebilmeli.
Ama bizde infaz rejimi, tıpkı el değiştirip duran bir harita gibi:
Bir adım atıyorsunuz, sınır çizgisi değişiyor.
İşte TBMM’ye sunulan 11. Yargı Paketi, bu karmaşık haritaya yeni bir çizgi daha ekliyor:
31 Temmuz 2023 çizgisi.
Bu çizgi bazılarını özgürlüğe biraz daha yaklaştırırken, diğerlerine ise “tarih yanlış” uyarısı veriyor.
Bu yazı, tam da o ince çizginin bize ne anlattığını irdelemek için kaleme alındı.
31 Temmuz’un Gölgesi: Aynı Suç, Farklı Yazgılar
Teklifin temel felsefesi basit:
Suç 31 Temmuz 2023 ve öncesinde işlendiyse, infazda önemli bir avantaj var:
• Kapalıdan 3 yıl erken açığa ayrılma,
• Açıktan 3 yıl erken denetimli serbestlik,
yani toplamda 6 yıllık bir öne çekilme imkânı.
Bu, özellikle ağır cezalar açısından, hükümlünün hayat takvimini gerçekten bambaşka bir çizgiye taşıyor.
Eski düzenlemeye göre 31 Temmuz 2023’te cezaevinde olmak gerekiyordu.
Aynı suçu işleyen iki kişiden biri cezaevindeyse hak kazanıyor, diğeri dışarıda olduğu için aynı suçla dezavantajlı duruma düşüyordu. Hukukun “hakkaniyet terazisi” böyle sallanır mı?
Şimdi bu şart kalkıyor.
Bu yönüyle teklif, geciken yargılamaların doğurduğu adaletsizliği en azından kısmen tamir ediyor.
Covid’in Mirası: 3 Yıl + 3 Yılın Yeni Anlamı
Düzenleme, Covid döneminden miras kalan Geçici 6 ve Geçici 10’un üzerine kuruluyor. Mantık şu:
30.03.2020 öncesi suçlar
• Bu suçlarda denetimli serbestlik süresi zaten 3 yıldı.
• Yeni eklenen 3 yıllık avantajla birlikte, toplam 6 yıla kadar DS mümkün olacak.
30.03.2020 sonrası suçlar ve “istisna suçlar”
(kasten öldürme, cinsel suçlar, nitelikli yaralama, uyuşturucu ticareti, özel hayata karşı suçlar)
• Bu suçlarda DS başlangıçta 1 yıldı.
• Teklifle 1+3 = 4 yıl DS uygulanabilecek.
Kâğıt üzerinde sade görünüyor ama fiili uygulamada tablo karmaşık:
Aynı suç tipi, farklı tarihlerde işlenince farklı infaz rejimlerine giriyor.
Tarih, fiilin ağırlığından daha belirleyici bir unsura dönüşüyor.
Terör ve Örgütlü Suçlar: Kapının Anahtarı Yok
Teklif, terör suçları bakımından net:
• +3 yıl yok,
• erken açık yok,
• erken denetim yok.
Sabit bir rejim, sabit bir sınır.
Örgütlü suçlar ise arada kalmış bir kategori gibi:
• Sadece 30.03.2020 öncesi örgüt suçları için 3 yıl DS imkânı var.
• Ancak +3 yıllık infaz avantajı tamamen dışarıda.
Burada dikkat çeken şey şu:
Fiilin ağırlığı değil, “örgüt faaliyeti” etiketi esas alınıyor.
Bu da hukuki tartışmayı şu noktaya getiriyor:
Aynı fiil, örgüt kapsamında işlendi diye tüm iyileştirmelerden mutlak şekilde dışlanmalı mı?
Bu sorunun yanıtı, teklifin Meclis sürecinde ciddi şekilde tartışılmak zorunda.
İçtima Çıkmazı: Bir Aylık Ceza, On Yıllık Umudu Yakabilir mi?
Teklifin en çarpıcı tarafı içtima düzenlemesi:
• Bir ceza 31 Temmuz öncesi,
• Diğeri 1 Ağustos sonrası ise
ve cezalar birlikte infaza girerse,
+3 yıllık denetimli serbestlik hakkı komple yanıyor.
Düşünün:
31 Temmuz’dan önce işlenen bir suçtan 10 yıl ceza alan biri,
1 Ağustos’ta işlediği bir aylık ceza yüzünden bütün infaz avantajını kaybediyor.
Bu, infaz hukukunda çok tartışılacak bir eşik.
Bir aylık bir suçun, on yıllık takvimi yakması…
Bu durum, cezanın bireyselleştirilmesi ilkesinin neresine oturuyor?
31 Temmuz Şartı Kalkıyor: Geç Gelen Bir Düzeltme
Teklifin en yerinde düzenlemelerinden biri, şüphesiz bu:
• Artık 31 Temmuz 2023’te cezaevinde olma şartı yok.
• Suç tarihi esas alınacak.
• Böylece hükmü geç kesinleşenlerin yaşadığı haksızlık giderilecek.
Bu,
“aynı suçu işleyen iki kişiden biri sadece zamanlama yüzünden avantajlı olmasın”
ilkesine yaklaşan bir düzenleme.
İnfaz adaletinde bazen en küçük dokunuşlar, en büyük düzelmeleri getirir. Bu da onlardan biri.
DS İhlalleri, Koşullu Tahliye ve Çift Firar: Sessiz Bırakılan Bir Grup
Teklif, en ağır suçlara dahi geniş imkanlar tanırken, bazı grupları tamamen dışarıda bırakıyor:
• Koşullu tahliyesi geri alınanlar,
• Denetim ihlali yapanlar,
• Denetime ayrılıp teslim olmayanlar,
• Çift firar sebebiyle DS hakkını kaybedenler.
Bu kişilerin düzenlemeden kesinlikle yararlanamayacağı açık.
Bir yanda adam öldürme, cinsel saldırı, uyuşturucu ticareti gibi çok ağır suçlar bu imkânlardan faydalanabilirken;
diğer yanda yalnızca “infaz sürecinde hata yapan” kişilere kapının tamamen kapanması…
Bu durum kaçınılmaz olarak şu soruyu gündeme getiriyor:
Fiilin ağırlığı mı esas alınmalı,
yoksa infaz sürecindeki davranış mı?
Meclis’in bu konuyu yeniden tartışması adalet duygusunun gereği gibi duruyor.
Beklentinin Gerçeği: 5 Yıl Umut Edildi, 3 Yıl Geldi
Kamuoyunda uzun süredir “5 yıl erken tahliye” beklentisi vardı.
Şimdi ortaya çıkan model ise daha dar:
• Açığa 3 yıl erken ayrılma,
• Denetime 3 yıl erken ayrılma.
Pratikte ciddi bir etki yaratacak elbette.
Fakat toplum psikolojisi, beklediği rakamla gelen rakam arasındaki farkı her zaman kayda geçirir.
Bu düzenlemenin de böyle bir gölgesi olacak.
Son Söz: Adalet Takvimle Ölçülmez
İnfaz hukuku, bugün Türkiye’de neredeyse bir takvim oyunu gibi:
Bir tarih ileri, iki tarih geri…
Bir geçici madde yürürlükte, bir başkası kalkıyor…
Her düzenleme yeni bir denge kuruyor; ama eski dengesizliklerin bir kısmı bazen yerli yerinde duruyor.
11. Yargı Paketi’nin infaz hükümleri:
• Bazı mağduriyetleri gideriyor,
• Bazı istisnaları gereğinden sert çiziyor,
• Bazı tarihlerde aşırı hassas, bazı tarihlerde ise fazla katı bir tutum sergiliyor.
Fakat tüm bunların ötesinde, büyük resmi unutmamalıyız:
İnfaz hukuku, tarihlerle değil; insanla ölçülmeli.
Takvimle değil; adalet terazisiyle kurulmalı.
Eğer Meclis sürecinde örgütlü suçlar, içtima hükümleri ve DS–koşullu tahliye ihlallerine ilişkin katı sınırlar yeniden gözden geçirilirse, bu paket gecikmiş bir adalet duygusunu onarmaya daha yakın hale gelir.
Ama unutmayalım:
Adaletin yolu, her zaman tarih çizgilerinden değil; eşitlikten, ölçülülükten ve merhametten geçer.