Hiçbir şey istenildiği gibi gitmiyor.

Gitmez de…

Ne zaman gitti ki?

Anadolu coğrafyası ne öncesindeki Makedonya ne Roma ne de Osmanlı dönemleri dışında istikrar bulmadı.

Çünkü Anadolu’da istikrarı sağlamanın tek yolu çevresindeki coğrafyalara da hükmetmektir.

Nedeni ise; bölgeyi istikrarsız hâle getirmek için ticaret yollarından tutun da tarımsal üretim kabiliyetine, yeraltı zenginliklerinden etnik çeşitliliğe, kültür ve din farklılıklarından tarihsel birikimin getirdiği toplum yapısına birçok dinamiğin var olmasıdır.

Burada Hakimiyet kurmak için ya Moğollar gibi kaba kuvvete ya da Abbasiler gibi yumuşak güce ihtiyaç var.

Roma ve Osmanlı; hukuk düzeni, sürdürülebilir gelir paylaşımı ve yenilikçi askeri sistemleriyle bölgeye hükmetti.

Makedonya ve Moğolların yaptıkları kaba güce dayalı atılım ise saman alevi gibi geçip gitti.

İşte bu kadar karışık hesapların yer aldığı bir coğrafyada; “Ekonomi politikasını şöyle yaparsak, dış politikada da şunu ortaya koyarsak bir de koridorları kendimize çevirirsek, deme keyfimize!..” kurmacaları yeterli olmuyor.

İsrail çıkıyor, Şam’da İran Büyükelçiliğini vurarak İran’ın kendisine savaş açmasına neden olacak çılgın bir girişimde bulunuyor.

Tabii bunun arkasında Netanyahu Hükümeti’nin yıkılma aşamasına gelmiş durumunun etkisi büyük…

En temel müttefiki ABD dâhil, Gazze İşgali nedeniyle küresel yalnızlaştırılmanın getirdiği durumu kırmak amacıyla böyle çılgın bir girişim başlatma fikri, İsrail’e hiç de yabancı değil.

Bibi, içerideki rehine krizi nedeniyle yükselen halk tepkisine karşı artırdığı saldırganlık nedeniyle dünyanın tamamını karşısına aldı.

İsrail’i soykırımcı bir devlet olarak resmi makamlarda yargılatır hâle geldi.

Bunun getireceği uluslararası imajı düzeltme çabası yerine koltuğu koruma ve sözde Siyonist hedeflere ulaşma bataklığına kapıldı.

O bataklık 30 binden fazla Filistinlinin yaşamına, 70 binden fazla insanın sakat kalmasına ve milyarlarca dolarlık yıkıma neden oldu.

Şehitler gömülür, gaziler uzuv eksiklerini madalya gibi taşır, yıkılan yerler yeniden imar olur ama İsrail’in kaybettiği toplumları barıştırma fırsatı ve ilişkilerin yumuşama hâli uzun yıllar bir daha geri gelmez.

Hele bir de Uluslararası Adalet Divanı’nda alınacak bir kararla birlikte İsrail’in Yahudi yerleşim yerleriyle başlattığı işgalin tamamen sona ereceği bir dünyanın kurulması da mümkün olabilir.

Bunu çok iyi bilen İsrail istihbarat servisleri planlarını yaptı, Bibi’nin önüne koydu ve sonuç ortaya çıktı.

Şam’a kadar Haşdî Şâbi dâhil birçok İran unsurunu vurmanın ya da Suriye devlet güçlerinin tehdit unsurlarını bertaraf etmenin bu zamana kadar bir etki uyandırmadığı düşüncesi deli cesaretini beraberinde getirdi.

ABD’nin Kâsım Süleymanî Operasyonuna verilen cılız tepki (!) de muhakkak böyle bir bombalama girişimine güven kazandırdı.

Kendisini aklamak için bölgeyi ateş çemberine çevirmekten bir bile tereddüt etmeyen İsrail’e karşı Ramazan Bayramı dolayısıyla bir tepki vermeyen İran’ın esas tepkisi yakın zamanda ortaya çıkacaktır.

En güçlü tepki muhakkak, Lübnan sınırında Hizbullah üzerinden verilecektir.

ABD’deki seçim yarışında kendisini gündeme getirmek istemeyen İran ile gündemin merkezine konuşlanmak isteyen İsrail arasındaki gerilim, İsrail’in korkuyu en yakın hissedeceği sınır boyundan vurulmasına neden olacaktır.

Planların tutmadığı bir coğrafyada kim düzen kurabilir ki…

İşte Türkiye’de “her şey iyi gidecek beklentisine” göre yapılan hesaplar, bölgede artacak çatışmalar nedeniyle senaryoların alt üst olacağı yeni bir iklimi beraberinde getirdi.

Bir de tek sorun sadece güneyimizde olsa neyse…

Esas sorun aslında kuzey coğrafyamızda kendisini gösterecek.

Trump’ın muhtemelen kazanacağı ABD Başkanlık seçimleri sonrasında uygulayacağı Ukrayna Planı basına sızdı.

Önceki dönem Başkanlığında da Putin ile iyi ilişkiler kurmayı esas alan ve Çin’i hedefine koyan Trump’ın gündeminin pek değişmediği ortaya çıktı.

Halihazırda Rusya’nın işgali altında bulunan Donbas Bölgesi ile Kırım’ın Putin’e bırakılmasını planlayan Trump, Türkiye’yi epey zora sokabilir.

Böyle bir senaryo Kıbrıs’ın tanınması konusunda zorlayıcı avantajlı bir zemin sunsa da bir süredir iyi seyreden Rusya-Türkiye ilişkilerinde Rusya’yı karşına alan tek devlet olarak bir anda Türkiye’yi bırakabilir.

Buna rağmen Türkiye’nin sessizce Rusya ve Çin’in ortaklaşa yapmayı planladığı Ay Üssü için ortaklık talebinde bulunması, karışık ilişkiler yumağında ülkenin siyasal ve ekonomik geleceğini zora sokacak başka bir konsept meydana getirebilir.

Hani derler ya ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamıyor, diye…

İşte ne ABD ne Rusya’ya yakınlaşamayan, Çin ile uzun zamandır Doğu Türkistan üzerinden örtülü bir kavga yürüten, AB ile Yunanistan’ın çengelinden dolayı ilişki geliştiremeyen Türkiye’nin gelecek beklentisindeki pozitif planların gerçekleşmesi ne kadar mümkün olabilir?

En iyimser senaryo ise, Ukrayna’nın Zelenski’yi alaşağı edip Trump’ın planını kabul etmesine dayanması ve bunun için Dünya Bankası’nın 461 milyar ABD dolar yeniden imar maliyetinin temin edeceği güvencesi verilmesi ve bu imar planlarında da Türkiye’ye hatırı sayılır bir alan açılmasıyla mümkün olabilir.

Olur mu?

Bence olur…

Güneyde Kalkınma Yolu için başlanacak terörle mücadelenin yeni fazında İran’ın da içine alınacağı bir yatırım atılımı gündeme gelirse, işlerin düzelmesine katkı sunabilir.

Ya da İran, dışlanarak ABD’den destek aranabilir.

Ama bunu yaparken İsrail’in terörize edici yaklaşımlarına yenilerinin eklenmesinin engellenmesi, Çin’in dışarıda kalması ile Tacikistan’dan yükselen terör yapılarına destek vermesinin olumsuz etkisi olur mu bilemem doğrusu…

Tek bildiğim Türkiye’nin denklemindeki unsurların çok yetersiz kalması…

Tam da bu aşamada Mayıs ayında Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyareti elbet çok belirleyici olacaktır.

Bu arada ikinci döneminde saltanat inşa etmeye başlayan İmamoğlu’nun Batı’nın itibarlı medya kuruluşlarının artan ilgisine maruz kalmasının Erdoğan’ın 25 yıl önceki dönemini hatırlatmasını gözden kaçırmamalıyız.

Zamanında Ecevit’in Beyaz Saray’a gidip de verdiği pozlar nedeniyle çokça tartışılmasına neden olan o tarihlerin yeniden oluşmayacağının garantisi var mı?

O tablonun Ecevit’in ç politikada elini bayağı zayıflattığını unutmamak gerekiyor.

Ve Ecevit’in o gün gibi gündemi ekonomi ve terör operasyonlarıydı.

Aynı bugün Erdoğan’ın çantasında yer alan konular gibi…

Erdoğan’ın da sıklıkla kullandığı birçok argümana konu olan senaryoların tekrarlanma ihtimâllerini göz ardı etmemek gerekiyor.

SBK’nın ne söyleyip söylemediği, Erdoğan’ın önüne koyulacak dosyada yer alacak konuların neler olacağı bir yanda F16 pazarlığı ile dostlar alışverişte görsün tadında bir yaklaşım başka bir yanda olacak!..

Bunların hepsi mümkün ama “Aptal olma!” diyen Trump ile iyi ilişkileri olan Erdoğan’ın kendisini umursamayan Biden ile böyle bir toplantı yapması parasal ihtiyacın ne kadar büyük olduğunun da başka bir göstergesi olamaz mı sizce?

Zorlu yılların yanında zorlu aylar ile karışık bölgesel denklemlerin arasında karma karışık iç gündemlere gebe Türkiye’nin bizi savuracağı yeri dizi film gibi izlemekten sıkılmadınız mı?

Artık Türkiye’nin kapalı kutu siyaseti yerine öngörülebilir ve tutarlı yaklaşıma yönelme vakti geldi de geçiyor.

Üstelik yanı başımızdaki AB’nin göçmenleri tümden dışarıda bırakacak yasal düzenleme hazırlığı içinde olduğu bir zamanda, savaş kaçkını Suriyelilerin üzerimizde kalma riski giderek artarken bu olaylar cereyan ediyor.

Karışan düzlem içeriyi de etkileyecek gibi...

Benden söylemesi…