Sahadaki atmosfer bu algıyı pekiştirdi. Trump, Hamas’a 3-4 gün ultimatomu verirken, “kabul edilmezse çok üzücü bir son” uyarısı yaptı; Netanyahu da aynı sert çizgiyi yineledi.
Ortadoğu diplomasisinin en çok tekrarlanan kelimesi belki de “barış”. İsrail–Filistin hattında hazırlanan her yeni plan, adeta yeni bir umut sayfası açıyor. Ancak ne hikmetse bu sayfaların satır aralarında sürekli aynı sorunla karşılaşıyoruz: belirsizlik.
Beyaz Saray kürsüsünde anlatılan hikâye netti: 20 maddelik tarihi fırsat, hemen ateşkes, rehineler serbest, Gazze yeniden inşa. Ama bunun arka planında aynı metni farklı bir çerçevede okumak lazım: Egemenliği sınırlayan, belirsizliklerle dolu ve sahadaki asimetriyi kalıcılaştırabilecek bir plan.
29 Eylül’de Trump ve Netanyahu tarafından aktarılan bu barış maddeleri; 72 saat içinde tüm rehinelerin (hayatta olanlar ve cenazeler) iadesini, Gazze’nin tam silahsızlandırılmasını, kademeli İsrail çekilmesini ve uluslararası gözetim altında “teknokrat geçiş yönetimi” kurulmasını öngörüyor. Yönetimin tepesine Trump’ın başkanlık edeceği bir “Barış Kurulu” ve Tony Blair gibi isimlerin dâhilligi, planın siyasi mühendislik kokusunu artırıyor. Eşzamanlı olarak 1.950 Filistinli tutuklunun serbest bırakılması ve her bir İsrailli kurban için 15 Filistinlinin naaşının iadesi gibi başlıklar da var; ancak nihai statü, yol haritası ve yaptırım mekanizmaları flu. “Filistin devleti” için kesin bir patika çizilmemesi, en kritik boşluklardan biri.
Planın sunumu “algı yönetimi” açısından iki ayrı vitrin kuruyor. Batı kamuoyuna dönük vitrin, “hemen barış–rehine takası–yapısal reformlar” anlatısıyla ilerliyor; canlı yayınlarda hedef, “şimdi değilse ne zaman?” duygusu yaratmak. Ancak aynı maddeler Müslüman dünyada, “Gazze’nin askeri ve siyasi iradesinin devri, dış idare gölgesi ve egemenlik kısıtları” olarak kodlanıyor. Çünkü plan, Hamas’ı tamamen siyaset dışına itiyor, uluslararası denetimi artırıyor ve asıl düğümler olan Kudüs statüsü, sınırlar, egemenlik yetkileri ve kalıcı devletleşme takvimi konularında net bir söz vermiyor.
Sahadaki atmosfer bu algıyı pekiştirdi. Trump, Hamas’a 3-4 gün ultimatomu verirken, “kabul edilmezse çok üzücü bir son” uyarısı yaptı; Netanyahu da aynı sert çizgiyi yineledi. Bu dil, planı müzakere teklifinden çok dayatma gibi gösterdi.
Müslüman dünyadaki resmi tepkiler ile toplumsal refleksler ise çatallı. Bir dizi Arap ve İslam ülkesinin hükümet kanadı “çabayı memnuniyetle karşıladığını” söyledi; aynı anda Filistinli gruplar ve geniş kamuoyunda “egemenlik boşluğu–belirsiz uygulama–tek taraflı güvenlik” eleştirileri yükseldi. Bu ayrışma, devletler arası diplomasinin “krizi dondurma” refleksiyle toplumların adalet ve statü talebi arasındaki mesafenin altını bir kez daha çizdi.
Planın içeriden üç temel kırılma noktası var:
Egemenlik ve Yönetişim: “Geçici teknokrat yönetim + uluslararası kurul” formülü, yerel meşruiyeti zayıflatan bir dış vesayet hissi üretiyor. Yönetimin tepesinde ABD liderliğinde bir yapı fikri, kim için, kimin adına yönetim? sorusunu büyütüyor.
Güvenlik Mimarisinin Tek Yanlılığı: Tam silahsızlanma talebi, sahada denetimi kimin ve nasıl sağlayacağı netleşmeden dillendiriliyor. “Uluslararası güç” ve “kademeli İsrail çekilmesi” başlıklarının ayrıntıları muğlak; ihlalde hangi yaptırım işletilecek, kim karar verecek, belirsiz. Bu, Müslüman kamuoyunda “İsrail’in güvenliği garanti altına alınırken Filistin’in emniyeti temennide kalıyor” algısı yaratıyor.
Devletleşme ve Kudüs: Plan, “Filistin’in kendi kaderini tayini”ne atıf yapsa da devlet için takvim, ölçüt ve garantörlük sunmuyor; Kudüs’ün hassas statüsü ise başlıklarda var, ayrıntıda yok. Müslüman zihin haritasında en güçlü alarm bu noktada çalıyor.
Bütün bunların üzerine, planın “çok şey hâlâ müzakereye açık” niteliği —yani bilinçli belirsizlik— işin mayın tarlası. Metin ne kadar muğlaksa, algı savaşı o kadar kolay kaybedilir. Trump cephesi “acil barış” çerçevesi kurarken, Müslüman dünyadaki okuma “kalıcı adaletsizlik riski” üzerinde yoğunlaşıyor.
Eğer bu planın Müslüman dünyada inandırıcı bir karşılık bulması isteniyorsa, üç net testten geçmesi şart:
· Devletleşme ve Kudüs için takvimli ve ölçülebilir yol haritası,
· İhlal halinde otomatik devreye girecek yaptırım mekanizmaları,
· Güvenliği iki taraf için de simetrik kılan garantörlük ve sivil denetim.
Aksi halde 20 madde, bir kez daha iki vitrinde iki farklı hikâyeye dönüşecek: Batı sahnesinde “barış”; bize göre “dayatma”.