Bu hızlı reaksiyon, “kriz diplomasisi” denen şeyin canlı bir örneği aslında. Devletler, acının siyasete dönüşmeden paylaşılması için dikkatli bir dil kullanır.

Dün Türkiye çok talihsiz bir acıyla sınandı. Gürcistan–Azerbaycan sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir askeri kargo uçağının düşmesi ve 20 askerimizin şehit olması hepimizi derinden üzdü. Böylesi olaylarda, siyaset üstü bir duruşla acının kendisine bakmak gerekir. Bunlar rakamlar ve teknik hatalar da olmamalıdır sadece. Uluslararası ilişkilerde görünmeyeni de ortaya çıkarmak gerekebilir. Peki nasıl?

Bu kaza Türkiye’nin iki yakın müttefiki Azerbaycan ve Gürcistan’ın tam kesişim hattında yaşandı. Bölgeye baktığımızda enerji koridorları ve güvenlik iş birliğinin tam kalbi sayılabilecek bir yerde. Bakü–Tiflis–Ceyhan hattı, TANAP doğalgaz boru hattı ve Orta Koridor projesi, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini perçinleyen jeostratejik adımlardır. Bölge ülkeleri olayın hemen ardından örnek bir diplomatik refleks gösterdi. Azerbaycan Savunma Bakanlığı, Gürcistan Dışişleri Bakanlığı ve NATO Genel Sekreterliği neredeyse eş zamanlı şekilde taziye mesajları yayımladı. Bu hızlı reaksiyon, “kriz diplomasisi” denen şeyin canlı bir örneği aslında. Devletler, acının siyasete dönüşmeden paylaşılması için dikkatli bir dil kullanır. Azerbaycan’ın “bir millet, iki devlet” söylemini, Gürcistan’ın “komşuluk ve dostluk temelli dayanışma” vurgusunu bu çerçevede okumak gerekir.

Tabi meseleye sadece diplomatik bakmak eksik olur, çünkü askeri kazaların uluslararası alanda nasıl algılandığı da önemlidir. Dünya tarihine baktığımızda, askeri uçak kazalarının çoğu zaman teknik bir olay olmanın ötesine geçtiğini görüyoruz. Örneğin 2015’te Rusya’ya ait SU-24 savaş uçağı, Türkiye sınırını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürüldüğünde, iki ülke arasında haftalarca süren diplomatik kriz yaşanmıştı. Ya da 2021’de Bingöl’den kalkan Cougar tipi helikopterin Tatvan’da düşmesi… O zaman da Türkiye benzer bir yas sürecinden geçmiş, ama bu acının ardından NATO’dan Avrupa Birliği’ne kadar geniş bir uluslararası dayanışma çemberi oluşmuştu.

Bu yaşadığımız elim kaza örneğinde Türkiye’nin krizi yönetme biçimi hem ulusal hem uluslararası basında dikkat çekti. Reuters olayı “Türkiye için acı bir sınav” başlığıyla verdi. Euronews ve AP ajansları İSE Türkiye’nin bölgesel iş birliği refleksine vurgu yaptı. Aslında böylesi haberlerde ton çok önemlidir; devletler genellikle kayıp, asker sözcükleri yerine bölgesel dayanışma kavramını öne çıkarmayı tercih eder. Böylece olaylar siyasi krizden çok insani zeminde tartışılmalıdır. Joseph Nye’ın meşhur “soft power” (yumuşak güç) kavramı, işte tam da bu durumlarda anlam kazanır. Türkiye’nin bu olayı yönetme biçimi; şeffaf açıklamalar, hızlı diplomatik temaslar, provokasyondan uzak söylem stratejileriyle yürütülmesi daha sağlıklı olacaktır.

Bölgede benzer olaylar diğer ülkelerin de başına gelmişti. 2008’de Gürcistan-Rusya savaşı sırasında, Gürcü Hava Kuvvetleri’ne ait bir nakliye uçağının düşmesi uluslararası bir tartışma başlatmış; 2010’da Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczyński’yi taşıyan uçağın Rusya’da düşmesi ise sadece ulusal bir yas değil, Avrupa diplomasisinde uzun süre konuşulan bir travma haline gelmişti. Askeri ve devlet uçuşlarını ulusal kimlik, itibar ve uluslararası saygınlık açısından değerlendirmek gerekmektedir.

Biz yine bugüne dönecek olursak; geriye yüreklerimizi yakan 20 şehidimiz var, yani bölgesel güvenliğin ve istikrarın bedelini sembolize eden isimler… Bu tür olaylar sonrasında önemli olan, duygusal birlikteliği siyasi tartışmaların önüne geçirmektir. Ama unutulmamalıdır ki diplomasi her zaman masa başı müzâkere ile yürümez. Kimi zaman taziye mesajları, kimi zaman kriz anındaki soğukkanlı duruş, ortak yasın paylaşılma biçiminde kendini göstermektedir. Türkiye bugün acısını ulusal bir hüzne dönüştürürken, bundan sonrası hem teknik hem insani açıdan alınacak derslerle, bölgesel iş birliğinin daha güvenli hale getirilmesi ile olanaklı olacaktır