Son günlerde Türkiye’nin en köklü okullarından biri olan İstanbul Erkek Lisesi’nde yaşanan zorbalık iddiaları, “ergen çatışması” olarak geçiştirilemeyecek boyutta. Çünkü burada mesele ergen grupların uygunsuz davranışlarından ibaret değil. Türkiye’nin iletişim kültürünün, rekabet düzeninin ve dijital bağımlılık ortamının gençler üzerinde yarattığı sistematik baskının artık görünür olması ile ilişkili.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, dijital bağımlılığı arttıkça ergenlerin hem zorba hem de kurban olma ihtimalinin anlamlı düzeyde yükseldiğini ortaya koyuyor. Araştırmada dikkat çeken bir diğer bulgu ise, kurban puanlarının zorba puanlarından çok daha yüksek olması. Yani gençlerin çoğu “zorba” değil; korunmasız, yalnız bırakılmış, sosyal becerileri desteklenmemiş çocuklar. Ve bu mağdur öğrencilerin çoğunda şu özellikler saptanmış (Butasım, 2024).
• sosyal beceri eksikliği,
• kendini ifade etmede güçlük,
• atılganlık eksikliği,
• “hayır” diyememe,
Bu bulgular internet kullanımının bir alışkanlıktan öte davranış örüntülerini dönüştüren bir bağımlılık alanı olduğunu da bize gösteriyor. Gençler dijitalde maruz kaldıkları agresyonu gerçek hayata taşıyor; gerçek hayatta hissettikleri değersizliği dijital platformlarda kusuyor. Bu döngü böyle sürüp gidiyor. Bazen sınıfta kavga eden çocuğun aslında geceleri çevrim içi bir oyunda sistematik saldırıya uğramış olabileceğini düşünmek, ya da dışarıdan “çok atak” görünen bir ergenin, TikTok yorumlarında bedeninden dolayı alay edildiği için savunmaya saldırganlıkla geçtiğini bilmek önemli.
Bir akademisyen olarak bu verileri görmek beni şaşırtmasa da anne olarak içim burkuluyor. Çocuklarımızın maruz kaldığı zorbalıkların çoğu biz fark etmeden, dijital platformların mesaj ve yorum kutularında birikiyor.İstanbul’da 463 ortaokul öğrencisi üzerinde yapılan bir araştırmanın kritik bulgusu da; beden imajı bozuldukça ergenin hem zorbalığa uğrama hem de zorba olma davranışının arttığı yönünde. İşte bu sosyal medya platformlarında sürekli karşılaştığı bedenle, çocuğun aynada gördüğü beden arasındaki sıkışmışlıkla bağlantılı. Ve yine bir anne olarak biliyorum ki, çocuğun kendisiyle kurduğu ilişki kırıldığında, dış dünyayla kurduğu ilişki de ister istemez çatırdıyor. Bedeninden utanarak büyüyen bir gencin, arkadaşlarıyla ilişkisinde ya aşırı çekingen ya da aşırı agresif davranıyor.
Sosyal medyada beğeni, adeta bir onay mekanizması haline gelmiş durumda. “Görüldü” ise iletişimsel bir ret jestine, takipçi sayısı ise sosyal statü göstergesine dönüşmüş durumda.
Bu nedenle çocuklarımızı yalnızca gerçek hayattaki tehlikelerden koruma sorumluluğumuz dışında dijital hayatlarında da sorumluluklarımız bulunmakta. Burada çözüm yasaklamaktan çok eşlik etmek şeklinde olabilir.
Evet, akademik araştırmalar bize zorbalığın çok katmanlı bir iletişim problemi olduğunu söylüyor. Evet, internet bağımlılığı nörobilişsel süreçleri etkiliyor. Ama anne kimliğimle duyduğum ses ise;
Çocuğum güvende mi?
Kendini yeterli hissediyor mu?
Onu inciten bir mesaj gördüğünde bunu benimle paylaşabilecek bir güven alanı var mı?
Bu yüzden ki ne olursa olsun çocuklarımızın dijital hayatlarına ilgisiz kalamayız. İlgisizlik, fark etmediğimiz bir boşluk yaratır; o boşluğu ise bazen algoritmalar, bazen akran baskısı, bazen de görünmez zorbalıklar dolduruyor. Dijital çağda dijital yerli olan bu çocuklarımızı yetiştirirken, onların dijital dünyadaki bedenlerini, duygularını ve ilişkilerini de birlikte büyütmeliyiz. Onların yanında olduğumuzu hissettirdiğimiz sürece benliklerinin gelişimindeki en büyük katkıyı vermiş olacağız.