Zohran Mamdani’nin yükselişi, New York’un onlarca yıldır süregelen elit siyaset geleneğinde ciddi bir kırılma yarattı.

Genç bir Müslüman siyasetçi, dev bir kentin siyasi ezberini nasıl bozdu?

New York, bu yıl tarihinin en dikkat çekici yerel seçimlerinden birine sahne oldu. 34 yaşındaki Zohran Mamdani, eski vali Andrew Cuomo’yu geride bırakarak kentin ilk Müslüman belediye başkanı seçildi. Ancak bu zafer yalnızca kimlik temsiliyle değil, siyaset yapma biçimiyle de yeni bir dönemin habercisiydi.
Mamdani, bir göçmen olarak çok kültürlü seçmenlerle bağ kurdu; genç, ilerici ve çalışan sınıfın gündelik sorunlarına odaklandı. Üstelik bunu geleneksel parti ağlarından ve kurumsal desteklerden bağımsız biçimde yaptı.
Bu yaklaşım, New York’un uzun süredir siyasette sesi duyulmayan kesimlerinde güçlü bir yankı buldu. Böylece Mamdani’nin başarısı, sadece “ilk Müslüman başkan” olmanın ötesinde, şehir siyasetinde temsil, kimlik ve taban mobilizasyonu açısından yeni bir eşiğe dönüştü.

Kira değil, hayat derdi

New Yorklular için son yılların en yakıcı gündemi artık “ev sahibi olmak” değil, kira kriziyle baş etmek. Zohran Mamdani, kampanyasını bu gerçeğe dayandırdı: yaşam maliyetini merkeze aldı; kira, ulaşım ve temel hizmetlerin erişilebilirliğine odaklandı. Mamdani’nin başarısı, kentlilerin soyut ideolojiler yerine cebinden konuştuğu bir kampanya yürütmesinde yatıyor. Programında kira artışlarının dondurulması, şehir içi otobüslerin ücretsiz olması ve belediye tarafından işletilen uygun fiyatlı marketler gibi somut vaatler öne çıktı. Seçim sonuçlarına göre Cuomo, ev sahiplerinin yoğun olduğu bölgelerde; Mamdani ise kiracıların yaşadığı semtlerde güçlü destek buldu. Böylece genç, orta gelirli ve kira baskısı altındaki seçmenlerle doğrudan bir temas kurdu. Mamdani’nin dili, ideolojik sloganlardan çok gündelik hayatın yükünü hafifletmeye dönüktü. Bu sade ama etkili yaklaşım, “Benim hayatımı anlayan biri var mı?” sorusuna verilen bir yanıt gibiydi ve New York’un sıkışan konut düzeninde yeni bir siyaset dilinin kapısını araladı.

Dijital sokak siyaseti ve küçük bağış, büyük yankı

Zohran Mamdani’nin kampanyası, klasik siyaset tarzından oldukça farklı bir biçimde yürütüldü. Billboardlar ve büyük bütçeli TV reklamları yerine, ekranlar, mobil cihazlar ve sosyal medya paylaşımları üzerinden bir hareket biçimine dönüştü. Bu dijital strateji yalnızca “çok takipçisi olan bir aday” görüntüsü yaratmakla kalmadı; genç seçmene, göçmen kökenli mahallelere, düşük/orta gelirli gruplara hitap eden bir politik-kültür sahası yarattı.

- Renk paleti: Gençlik algısı yaratmak için pastel tonlar, neon vurgular, sokak grafitileriyle uyumlu bir görsel kimlik kullanıldı.

- Çekim açısı: Kamera genellikle “yakından sokak sohbeti” hissi yaratıyordu. Sokakta gençlerle sohbeti, kiracı kadınla kira konuşması gibi görüntüler. The New Yorker bu akışı “doğaçlama sokak röportajı belgesel tarzı” olarak tanımladı.

- Video kurgusu: Bazı içerikler 20 dakikalık “mini-bölüm” formatında hazırlanana dizilerin akışı gibi gözüküyor. İzleyenler (seçmenler) her hafta takip etmeyi bekler hale geldi. Bu tarz kampanya sürecini bir “politik dizi”ye dönüştürerek seçmende süreklilik algısı yarattı.

- Sosyal medya mizahı ve gündelik dil: Kampanya memeleri, TikTok dansları, Instagram Reels’leriyle “politik mesaj” ile “gündelik eğlence” arasında bir köprü kurdu. EOK Consults analizinde bu strateji “meme first – ilk sosyal medya geyiği” sosyal medya kampanyası olarak adlandırıldı.

- Dahili çağrı ve katılım: Videolar yalnızca izlenmek için değil, doğrudan harekete geçirme amacıyla tasarlanmış. “Bu hafta bir mahalle toplantısına gel”, “gönüllülük formunu doldur” gibi alt metinlere sahipti. Yani online etkileşimler sahadaki mahalle çalışmasına dönüşüyordu.

Kampanya videosu ve sosyal medya içerikleri öylesine planlandı ki izleyiciye “her hafta yeni bölümü çıkacak bir dizi” izliyormuş hissi veriyordu. Büyük reklam bütçeleri yerine yayılabilir içerik ve gönüllü meselesi öne çıktı. Kurumsal medya yerine kişisel, samimi ve gündelik görseller seçildi. Seçmen yalnızca hedef alınan bir grup değil, dijital ortak olarak kampanyanın parçası haline getirildi.

Birleştirdiğimiz bu strateji parçaları dijital kültür, gençlik görselliği, küçük bağış tabanı kampanyayı yalnızca bir seçim yarışından çıkarıp bir hareket haline dönüştürdü. İzleyici-seçmen her yeni içerikte “ne olacak?”, “hangi mahalleye gidiyor?” sorularını sordu ve kampanya içeriği de bunu karşılayacak şekilde düzenlendi.
Dolayısıyla dijital alandaki “dizi tahayyülü” aslında seçmene sürekli olarak “bir şey oluyor, sen de içinde ol” hissi veriyordu ve bu his, mahalle düzeyinde gerçek izleme-katılım eylemiyle buluştu. Bu “ekran üzerinden sokak siyaseti” biçimi, klasik kampanya mantığını altüst etti.

Kimlik değil, temsil

Mamdani’nin hikâyesi, klasik “göçmen başarı öyküsü” kalıbını aşan bir derinliğe sahipti. Babası Mahmood Mamdani, Columbia Üniversitesi’nde görev yapan dünyaca tanınmış bir siyaset bilimci ve post-kolonyal düşünür; annesi Mira Nair ise Monsoon Wedding (2001) ve The Namesake (2006) gibi filmleriyle uluslararası başarı kazanmış bir sinema yönetmeni. Bu entelektüel ve sanatsal arka plan, Mamdani’nin hem söyleminde hem de kampanyasının estetiğinde iz bırakmışa benziyor. Babasının Afrika ve Asya’da sömürge sonrası toplumlar üzerine geliştirdiği eleştirel düşünceler, onun siyasete yaklaşımında “merkezden değil, çevreden konuşma” refleksini besliyordu. Annesinin filmlerinde yer alan sıradan insanların hikâyeleri ise Mamdani’nin iletişim diline sinmişti; Mahalle sohbetleri, kiracı kadınların yaşadığı sıkıntılar, göçmenlerin umut hikâyeleri. Bu nedenle kampanya yalnızca “Müslüman bir adayın yükselişi” olarak okunmadı; kültürel temsili çoğulculukla birleştiren yeni bir siyaset anlatısı olarak görüldü. Mamdani’nin kampanyasında İngilizce’nin yanı sıra Arapça, Bengalce ve İspanyolca içeriklerin yer alması da bu anlayışın doğal uzantısıydı. The Guardian kampanyayı şöyle yorumladı: “Mamdani kimliğini bir marka olarak değil, bir köprü olarak kullandı; onu özel kılan, kendi hikâyesini başkalarının hikâyesiyle harmanlamasıydı”. Göçmen mahallelerinde yapılan çok dilli toplantılar, mahalle pazarlarında gerçekleştirilen mini buluşma etkinlikleri, bu temsil biçiminin sahadaki karşılığı oldu.

Bir dönemin sonu, yenisinin başlangıcı

Zohran Mamdani’nin yükselişi, New York’un onlarca yıldır süregelen elit siyaset geleneğinde ciddi bir kırılma yarattı. Kentin kaderini belirleyen finans çevreleri, büyük emlak grupları ve medya ağları karşısında, ilk kez bir aday topluluk hikâyeleriyle, kiracıların, göçmenlerin, gençlerin sesiyle bu kadar güçlü bir karşılık buldu. The Guardian’ın ifadesiyle, “Mamdani’nin zaferi yalnızca bir seçim sonucu değil, siyasi kültürde kuşaklar arası bir değişimin işaretiydi”.

O, klasik kampanya mantığını tersine çevirdi: güç, para ve reklam yerine; samimiyet, erişilebilirlik ve dijital katılım. Sokaktaki insanla kurduğu bağ, kentin karmaşık yapısını bir avantaja çevirdi. Bu yönüyle Mamdani, sadece New York’un değil, tüm küresel kent siyasetinin geleceği için örnek bir model sundu. Le Monde’un değerlendirmesiyle, “New York, bir kez daha bir dünya laboratuvarı oldu; ama bu kez laboratuvarın konusu finans değil, halk siyaseti”. Kısaca “Para değil, halk konuştu”. Bu söz, yalnızca bir zafer anının duygusal ifadesi değil, yeni bir siyasal çağın, dijitalleşen ama insandan kopmayan bir kampanya anlayışının sembolü olarak görülebilir.
New York’un genç, göçmen, kiracı ve çok kültürlü sakinleri, bu cümlenin içini kendi hayatlarıyla doldurdu. Mamdani’nin hikâyesi, siyasetin artık gökdelenlerin tepesinden değil, sokak köşelerinden, metro istasyonlarından ve telefon ekranlarından yürütüldüğünü hatırlattı. Bu durum siyasal iletişim açısından da bir dönemin sonu, yenisinin başlangı olarak değerlendirilebilir.