Bu noktada asıl dikkat çekici olan, tartışmanın hiçbir aşamasında televizyon programlarının somut verilerle, konuk dağılımlarıyla, söylem tekrarlarıyla ya da cinsiyet temsiliyle ele alınmamasıdır.

Ahmet Hakan’ın sunduğu “Tarafsız Bölge”, konuk profiline bakıldığında “Kadınsız Bölge” olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor. Hande Fırat’ın “Gece Görüşü” ise ekrana çıkan isimler düşünüldüğünde rahatlıkla “Erkek Görüşü” diye tanımlanabilir.

Türkiye’de medya tartışmaları çoğu zaman gazetecilik etiği, temsiliyet ya da editoryal bağımsızlık üzerinden yürütülmüyor. Kişisel konumlar, sadakat ilişkileri ve meşruiyet sınırları üzerinden tartışmaların yapıldığını görüyoruz. Hande Fırat’ın kaleme aldığı ve “iğne” metaforu etrafında şekillenen medya eleştirisi de bu açıdan yalnızca bir köşe yazısından öte anaakım medyada uzun süredir bastırılan bir gerilimi görünür kılan bir kırılma anı olarak okunmalıdır.

Hande Fırat’ın yazısı, doğrudan isim vermeden ama herkesin neyi kastettiğini anlayacağı şekilde, medyada konfor alanına yerleşmiş yorumculuğu, tekrar eden yüzleri ve iktidar - muhalefet dengesini bozacak risklerden bilinçli kaçınmayı eleştiren tonda yazılmış. Bu eleştiri, yüzeyde “meslek içi özeleştiri” gibi görünse de Türkiye’de nadiren rastlanan bir tutuma işaret ediyor. “Merkez medyanın kendi üretim pratiklerini sorgulaması”.

Ancak tartışmanın seyri, yazının içeriğinden çok, yazının kim tarafından yazıldığı ve kimin bu eleştiriyi yapmaya hakkı olduğu sorusuna kilitlenmiş görünüyor. Ahmet Hakan’ın hemen ardından yazdığı yazı biraz daha eleştirinin yönünü değiştiriyor. Tartışma artık “medyada kim eksik temsil ediliyor?” sorusundan çıkıp, “siyasal aktörler neden ekrana çıkmıyor?” noktasına evrilmiş görünüyor. Böylece yapısal bir medya eleştirisi, politik erişim tartışmasına indirgeniyor.

Bu indirgemeye tesadüfi demek imkânsız. Türk medyasında yapısal sorunlar tartışıldığında, mesele çoğu zaman sistemin kendisiyle yüzleşmek yerine, bireysel tercihler ve niyetler üzerinden yeniden çerçeveleniyor. Nitekim tartışmaya Cem Küçük ve Hilal Kaplan gibi isimlerin dahil olmasıyla birlikte, eleştiri artık gazetecilik pratiğinden ziyade eleştiriyi yapanın yeterliliğine, kapasitesine ve meşruiyetine yöneltiliyor. Bu, medyada sıkça başvurulan bir savunma refleksi “eleştiriyi boşa düşürmek için eleştireni tartışmalı hâle getirmek”.

Bu noktada asıl dikkat çekici olan, tartışmanın hiçbir aşamasında televizyon programlarının somut verilerle, konuk dağılımlarıyla, söylem tekrarlarıyla ya da cinsiyet temsiliyle ele alınmamasıdır. Oysa bu tür iddialar, niyet okumalarından çok, ölçülebilir verilerle tartışılmaya açıktır. Medyada “aynı isimlerin dolaşımı”, “erkek egemen yorum alanı” ve “siyasal çerçeveleme” gibi meseleler ancak bu tür ampirik okumalarla anlam kazanır.

Ahmet Hakan “Tarafsız Bölge” programı “Kadınsız Bölge” olarak değiştirilse daha doğru olacak sanki!

1 Ekim 2025 – 29 Aralık 2025 tarihleri arasında “Tarafsız Bölge” 24 program yaparken bu programlara konuk olarak Hakan Bayrakçı, Abdulkadir Selvi, İsmail Dükel 23 kez, Zafer Şahin ise 22 kez katılmış. Bütün konuklar arasında 28 erkek, 5 kadın bulunuyor. Kadın konukların dördü birer kez konuk olarak katılırken sadece biri iki kez konuk olarak katılmış. Ak partili hiçbir milletvekili ya da parti temsilcisi programa konuk olarak katılmamış. CHP’li isimlerden mevcut CHP yönetimiyle sorunlu olan isimler programlara davet edilmiş ve bu programlarda CHP aleyhinde bir tartışma yürütülmüş. Ak parti aleyhinde hiçbir yayın yapılmadığı açık bir şekilde görülüyor.

Hande Fırat’ın “Gece Görüşü” programının adı da “Erkek Görüşü” olarak değiştirilebilir!

2 Ekim – 25 Aralık 2025 tarihleri arasında “Gece Görüşü” 12 program yapmış. Bu programlara İsmail Dükel ve İsmet Özçelik 12 kez katılırken Coşkun Başbuğ ise 6 kez konuk olarak katılmış. Konuklardan 20’si erkek iken sadece 2’si kadın ve iki kadın konuk da sadece birer kez programlara davet edilmiş. Ak Partili herhangi bir milletvekili ya da partili isim konuk olarak katılmamış. CHP’li mevcut CHP yönetimine muhalif olan isimlerin konuk olarak davet edildiği görülüyor. Programın ilerleyişi de ağırlıklı olarak politik gündem üzerinden giderken Ak Parti aleyhinde herhangi bir yayın stratejisi kurgulanmazken CHP aleyhinde açık bir söylem geliştirildiği görülüyor.

Hepsinden bağımsız olarak medyanın dördüncü kuvvet olarak yerini alması “herkesin cennete gitmeyi istemesi gibi ama herkesin cennete gidemeyeceğini bilmemiz gibi bir gerçek”. Medyanın bağımsız ve denetleyici olmasını herkes istiyor ama kimsenin bu yönde adım atmaması gerçeği gibi…

İktidar yanlısı ya da muhalif fark etmeksizin sahiplik yapısından bağımsız medya değerlendirilebilir mi? En önemli soru bu.