PKK silah bıraktı.
“Şov bu!” diyenler var…
“Yeni süreç sonuç veriyor.” diyenler de…

Benim için hikâye zaten haftalar önce yazıldı.
Siyonist ajandanın kölesi olan ABD'nin, İsrail’in güvenliğini göz ardı edemeyeceği bir bölge siyaseti varken; yaşananların İsrail’in sadece güvenlik kaygılarına dayandığını düşünmek fazlasıyla naif olur.

PKK’nın silah bırakma zamanı geldi mi?
Evet, geldi.
Çünkü anlamsız bir politikanın, sadece istihbarat oyunlarıyla sürdürüldüğü bir ortam, ulaşılmak istenen hedefi geride bırakan garip bir tabloya dönüşüyordu.

Fakat unutulmaması gerekenler var.
Resmi kayıtlara göre, en az 2 milyar dolarlık uyuşturucu ticareti…
Ve istihbarat örgütlerinin örgüt üyelerini sıkıştıracak daha kim bilir neler neler…

Zorlu bir süreç bu, elbette.
Ama bu süreci hızlandıran şeyin İsrail’in güvenliğini sağlamak olması tuhaf değil mi?

(Burada bir alkış alayım o zaman…)

Dünyanın en büyük organizasyonları, gücü devşirmek ya da kontrol etmek için neler yapabileceği konusunda şüpheye düşülüyorsa, buyurun Gazze’ye bir göz atın.
İnsanlığın yüz çevirdiği, utançtan kaçtığı o katliamın, inanan ruhlarda yarattığı tahribat hâlâ çok büyük…

Bunu aşmak için atılan her adım, dönüp dolaşıp “devlet çıkarları” duvarına çarpıyor.

İran’ın etkisiz birkaç füze saldırısıyla bile İsrail’in nasıl paniğe kapıldığını, anında geri adım attığını gördük.
Bu bile, tehdit algısının ne kadar derin olduğunu gösteriyor.

Peki, bu tehdit algısıyla İsrail, Türkiye gibi savaşa hazır bir orduyla karşı karşıya gelmek ister mi?

Yok öyle bir hikâye…

Yapılacak olan şey açık:
Türkiye’nin savunma kapasitesini olabildiğince sınırlamak, yeni kaynaklara ulaşmasını engellemek ve bu esnada teknolojik üstünlükle silah sektöründe öne geçmek.

İsrail’in ajandası için PKK’nın silah bırakması gerekiyorsa, bırakır.
Bırakması kötü demiyorum ama ne Türkiye'nin politik çıkışı ne de PKK’nın lağvedilmesi, bu denklemden bağımsız değil.

Suriye’de Dürzilere yapılanlar sonrasında İsrail’in doğrudan taraf olması da, aba altından sopa göstermenin başka bir yolu.
Lübnan’ı yutmak isteyen, "Büyük Suriye" hayalini yeniden kuran Arap merkezli bakışa karşı İsrail, tehlikeli bir oyunun içine girmiş durumda.

Bugüne kadar üsleri vurulan Suriye, ABD’nin tepkisini çekmemek için kırk takla attı.
Ve tabii ki bu tabloya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile yaptığı görüşmelerin etkisini de eklemek gerekir.

Bundan sonra ne olur?
Suriye hükümetinin kulağının biraz çekilmesi gerekir.
Bu da sadece Erdoğan’ın Esad’ın yardımcısı Faruk el Şara’yı aramasıyla mümkün olur.

Olur mu?
Olur tabii.
Hatta olmalı.
Yoksa İsrail’in güney sınırını daha da ileri taşıma arzusu durdurulamaz hâle gelir.

Bu şartlarda Türkiye’nin ordu gücünü azaltması ya da Avrupa dâhil yeni dış görevlere asker göndermesi pek mümkün görünmüyor.
Bu da İsrail için yeni bir “güvenlik sorunu” demek.

Türkiye’nin, İran’ın hava savunma sistemi sonrası SİPER sistemlerini Sinop’a taşıması önemli bir mesajdır ve dikkatle okunmalıdır.

Dengeler üstüne dengeler var ama değişmeyen bir gerçek var:
Bizim ekonominin hâli.

Kamuda tasarrufla parayı buluruz, yolumuza bakarız.
Ama bu basit çözüm önerisi bile hâlâ yeterince ciddiye alınmıyor.

Bizi nereye götürecek bu tablo?

Sandığa!

LGS’de yaşanan şaibeler, acaba yeni bir sürecin başladığına dair sinyaller mi?

Herkes “gemisini kurtaran kaptan” mantığıyla, elinden geldiğince akan musluktan doldurmaya mı çalışıyor?

Süreç iyice karıştı.
Ama ben dikkatle takip ediyorum.

Benden söylemesi…