Savaşın, açlığın, yoksulluğun ve şiddetin ortasında hayatta kalmaya çalışan bu işçiler, herkes gibi birer insan. Onların da hakları var. İnsanlığı kurtaracak ortak bir vicdandır, eksiğine ya da fazlasına gerek yok.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2022 yılında ‘Göçmen İşçiler Küresel Tahminleri’ raporunu yayınladı. Bu rapora göre dünya genelinde uluslararası göçmen sayısının 284,5 milyona ulaştığını söylemek artık kaçınılmaz bir gerçek. Daha da kötüsü bu rakamın neredeyse 30 milyonu ise 15 yaşın altında. Uluslararası dünyadaki iş gücüne bir bakış attığımızda ise göçmen işçi sayısı ise 167,6 milyon olarak bizleri karşılıyor.
Tabii bu veriler 2022 yılından kalma. 3 yıllık periyodik süreçte birçok yeni göç oldu. Orta Doğuda; Suriye, Yemen, Güney Sudan şiddetli çatışmalardan etkilenen birçok insan başka yerlere göç etti. Latin Amerika’ da ise baskıcı Maduro yönetimi yüzünden başta milyonlarca Venezuelalı yurdunu terk ederek Kolombiya’da kendine bir hayat, yeni bir iş kurmaya çalışıyor.
Ne yazık ki bu göçleri etkileyen sadece küresel ya da lokal endeksli diplomatik krizler değil. Söz gelimi: Ekolojik talan... İklim krizi Bangladeş gibi ekvatora yakın tropikal bölgelerde büyük bir iklim değişikliği şu aralar rövanşta. Bunun sonucunda yine milyonlarca insan yaşadığı standart alanı terk ederek ‘iklim mültecisi ‘olmuş oluyor. Salgın hastalıklar, fırsat eşitsizliği, yerel güvenlik sorunları... Velhasılıkelam ‘göç’ dediğimiz mefhum çok boyutlu. Üzerinde yaşadığımız dünya çok kaotik ve her an yeni krizlere gebe, günün sonunda hepimiz birer mülteci adayıyız aslında.
Bu çok boyutlu göç gerçeği, bireyden başlayarak toplumsala doğru bir devinim gerçekleşmesine neden oluyor. Bu devinim zincirinin en kırılgan halkalarından biri de göçmen işçiler…
Günümüz koşulları altında çalışmak için göç etmek çoğu insanda akıllıca bir çağırışım uyandırsa da göçmen statüsündeki işçilerin çalışma koşulları genelde suistimale dayanıyor. Kötü çalışma koşulları, düşük ücretler, sosyal güvencenin adının dahi geçmemesi, sağlıksız ve niteliksiz çalışma ortamları ve daha nice insan eliyle yaratılan kötülük göçmen işçiler için çalışma alanını cehenneme çeviriyor. Göçmen işçilerin haklarını korumak için oluşturulan ulusal ve ulusalüstü koruma mekanizmaları ise sonu gelmeyen göçlerle birlikte artık mevcut vasfını yerine getiremiyor ve gün geçtikçe de geride kalıyor, ne yazık ki.
Göçmenlik, yasal bir statüdür. Çalışma koşullarındaki eşitsizliklerle birlikte göçmenlerin ‘göçmenlik statüsü’ de kendi aralarında bir rekabet ortamı oluşmasına zemin hazırlıyor. Yasal yani belli sicillere kayıtlı olan ‘düzenli’ göçmenler, görece kayıtdışı çalışan göçmenlere oranla daha somut haklara sahip. Bu sefer de istihdam sektöründe ortaya çıkan rekabetçi durumda, işverenler kayıtışı göçmenlerin zor durumundan yaralanarak onları tabiri caizse ‘kaçak’ çalıştırıyor.
Güvenceleri ne?
İş piyasasındaki ve istihdamdaki elverişsiz pozisyonlar genelde göçmen mültecilere zimmetli oluyor. Fiziksel olarak büyük bir enerji harcanan bu pozisyonlar karşısında verilip verilmeyeceği bile meçhul olan ücretler, yerli işçilerin ücretleri ile mukayese edilemeyecek derecede az.
Göçmen işçilerin en çok çalıştığı işlerin başında ev işçiliği geliyor. Her yıl binlerce kadın daha iyi koşullarda yaşayabilmek için umut yolculuğuna çıkıyor. Genelde de kadınların tercih edildiği bu alan doksanlı yılların sonundan itibaren Avrupa ülkelerinde bir iş kolu haline geldi. Asya’da ise bu eksen biraz daha farklı gelişerek göçmen kadınların daha çok hizmet sektöründe yer almasına doğru evrildi. Fakat Asya’da son zamanlarda durum biraz daha tehlikeli bir hale gelmeye başladı. Hizmet sektörünün içerisinde örgütlenmeye başlayan fuhuş çeteleri, göçmen kadınları hedef almaya başladı. Özellikle Tayvan, Çin, Malezya gibi uzak doğu ülkelerinde fuhuş çeteleri içerisindeki göçmen kadın oranı ne yazık ki giderek artıyor.
Göç dediğimiz kavram bizlere son çeyrek yüzyılda ülke değiştirmek gibi bir anlama gelse de yurtiçi göçler de var, hatta yurtiçi göçmen işçiler de... Kayıtlarda yurtdışından gelen göçlerle ilgili verilerden hareketle aşağı yukarı göçmen sayısı kestirilebilirken yurtiçinde yapılan göçle ilgili herhangi bir kayıt veyahut veri yok. Türkiye’de üretimin tüm meşakkatli aşamalarında yer alan mevsimlik işçiler de tam olarak göçmen işçi oluyor.
Hasat zamanı göç eden mevsimlik işçiler hasat bölgelerinde hayatta kalmaya çalışırken bin bir zorlukla mücadele ediyor. En büyük problemleri arasında barınma geliyor. Adı üstünde ‘geçiciler’ bu yüzden ihtiyaçları da talepleri de çok ciddiye alınmıyor. Yine başta kadınlar olmak üzere birçoğu temel hijyene bile erişemiyorlar. Teknolojinin de altyapının da böylesi baş döndürücü bir hızda geliştiği şu dönemde bu işçiler temiz suya dahi erişemiyorlar.
Üstelik sorun sadece gündelik yaşamla sınırlı değil. Mevsimlik işçilerin, hukuki anlamda da kimlikleri neredeyse yok. Mevzuatımızda, onları doğrudan koruma altına alan, haklarını güvence altına alan spesifik bir düzenleme bulunmuyor. Bu durum, Adana, Konya gibi hem tarım üretiminin hem de işçi göçünün yoğun olduğu şehirlerde daha görünür hale geliyor. Çünkü buralarda yaşanabilecek olası haksızlık durumlarında mevsimlik işçilerin başvurabileceği herhangi bir mercii yok.
Madencilik sektörü, her zaman dünyanın en tehlikeli iş kollarından biri olarak anılmıştır. Buralarda çalışmaya mecbur kalan göçmen işçiler genelde ‘kayıtdışı’ oldukları için yine ‘kayıtdışı’ çalışıyorlar. Bu ‘kayıtsızlık’ hali de her şeye sirayet ediyor. Güney Afrika’daki altın ve platin madenlerinde çalışan göçmen işçiler, orada çalışan sendikalı madencilerin yararlandığı sosyal haklardan yararlanamıyorlar. Yine bir ‘kayıtsızlık’ hali mevcut.
Bazen de insan bu ‘kayıtsız’ kalma halini kendi eliyle yaratabiliyor. Zonguldak’ta nasıl olsa ‘kayıtsız’ çalışıyor denilerek çalıştığı yerde fenalaştığı için yakılarak katledilen Afganistanlı göçmen Vezir Mohammad Nourtani… Bu tarifsiz acıyı aktarabilecek kelimenin de cümlenin noksan kalacağını hepimiz biliyoruz…’kayıtdışı’ çalıştığı ortaya çıkmasın diye ‘kayıtsızca’ ölüme terk edilmiş bir insan…
Modern zamanlarda mıyız?
Modern zamanlar filminde Charlie Chaplin’in canlandırdığı işçi, modern zamanların getirdiği ilerleme ile zamana yetişmeye çalışıyordu. İnsan olma değerinin ikinci planda kaldığını hakların olması gerektiğinden bahsediyordu….
İnsanlık tarihi en büyük kırılmalarından birini temel hak ve özgürlüklere atfedilen önem ile yaşadı. Bu bağlamda insan hakları da modernleşti, teknoloji de modernleşti, her şey modernleşti… Hukuk da modernleşti. Bir modernizm furyası sardı dört bir yanımızı…
Modernleşme, işçi hakları açısından bazı koruma mekanizmaları oluşturdu. Ancak, bu önlemler her kesimi kapsamadı. Göçmen işçiler, bu korumalardan dışlanarak sistemin dışında kaldılar, sadece iş görme vasfı gördüler. Onlar için modern dünyanın sunduğu özgürlükler ve eşitlikler, hayata geçememiş birer kavramdan ibaret.
Göçmen işçiler, hızla dönen çarklarda yer bulamıyor ve yaşam kaliteleri daha da kötüleşiyor. Modernizm, herkese aynı şekilde çarpmıyor, sadece belirli bir kesim için geçerli oluyor. Göçmen işçilerin yaşadığı boşluk, modernleşmenin herkes için eşit fırsatlar sunmadığını bize bir kez daha hatırlatıyor. Gerçekten modern zamanlarda mıyız?
1 Mayıs çemberinde göçmen işçiler
Malum önümüz 1 Mayıs. Küba’dan sonra en kalabalık kortejlerin oluşturulduğu yerdir Türkiye. Bulunduğu coğrafya gereği göçmen işçilere en çok ihtiyaç duyulan bölgelerden biri, çünkü göçmenlik statüsü en ucuz işgücü. Suriye’deki kritik gelişmeler, Afrika, Ortadoğu… Buralarda yaşananlar, ucuz işgücü vitrinindeki göçmenleri işverenlere teslim ediyor. Çok rakam konuştuk, artık konuşmayalım bu rakamları…
Sayılı günler kala, 1 Mayıs’ın neyi kutlamak, neyi dile getirmek gerektiğin sorgulamak gerekir. Sendikal hareketlerin, işçi hakları üzerine güçlü ve kararlı açıklamalar yapması beklenirken sözüm ona kızıl önlüklü ‘insan emeğinin kurtuluşunu uman’ sendikacılardan göçmen işçilerin durumu ile ilgili gerekli ve yeterli açıklama da yok tepki de…
İnsan hakları ihlallerine kadar dayanan her türlü sosyal dışlanmayı yaşayan göçmen işçiler artık dünya yaşanılmaz bir hal almaya başladı. Savaşın, açlığın, yoksulluğun ve şiddetin ortasında hayatta kalmaya çalışan bu işçiler, herkes gibi birer insan. Onların da hakları var. İnsanlığı kurtaracak ortak bir vicdandır, eksiğine ya da fazlasına gerek yok.