Algı yönetimi adına maddi delil yok sayıldığında, hukuk devleti temelinden sarsılır. Milattan önce 1750’ye kadar dayanan ve ispat yükünün suçlayıcıya ait olduğunu ve suç işlediği ispat edilmedikçe kimsenin suçlu olarak kabul edilmeyeceğini hüküm altına alan Hammurabi Kanunları mumla aranır hale gelir.
Suç örgütü kavramı, ceza hukukunun en karmaşık ve tartışmalı alanlarından biridir.
Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 220. maddesi, örgütlü suçları düzenlerken hem soyut tehdit algısı hem de somut eylem arasındaki gerilimi yansıtan bir uygulama pratiği yaratmıştır. Kanun koyucuya göre kişilerin bu tarz birliktelikleri, henüz amaçlanan suçlar işlenmemiş olsa bile, toplumsal barışı tehlikeye atmakta dahası suç işlenmesini önlemekle yükümlü kamu otoritesini de zedelemektedir. Diğer bir deyişle hükümle korunmak istenen hukuksal değer suçun mağduru olan bireylerin hak ve menfaatlerinin korunması değil, kamu güvenliğidir.
Haliyle bu pratik, birey özgürlüğü ile kamu güvenliği arasındaki kırılgan dengenin nasıl kurulacağına dair temel soruları beraberinde getirmiştir.
Özellikle son yıllarda soruşturma makamlarının ve mahkemelerin suç örgütü kavramına yaklaşımları, algı yönetimi ile maddi gerçeklik arasında savrulmakta; ceza adaletinin temel ilkeleri ciddi bir sınavdan geçmektedir.
Yargıtay ve AYM’nin güncel yaklaşımı kapsamında örgütlü suçun maddi unsurları
TCK m.220’ye göre bir suç örgütünün varlığından söz edebilmek için:
Üç veya daha fazla kişinin,
Belirli bir süre devam edecek şekilde,
Suç işlemek amacıyla bir araya gelmesi,
Aralarında hiyerarşik bir ilişkinin bulunması gerekmektedir.
Bu unsurlar, sıradan suç ortaklıklarından ayrılan, yapısal ve süreklilik arz eden bir organizasyonu tarif etmektedir.
Ancak uygulamada bu unsurların yorumu, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarıyla farklılaşmakta; ortaya çıkan çelişkiler yumağı ise hukuk güvenliği ilkesini zedeleyecek boyutlara ulaşmaktadır.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin son dönem içtihatlarında, suç örgütü kavramının yorumlanmasında hem genişletici hem de daraltıcı yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Bu farklı yönelimler, somut olayların özelliklerine göre örgüt suçlamasının kabul edilip edilmeyeceği noktasında belirleyici olmaktadır.
Genişletici yorumlarda, suç işlemek amacıyla oluşturulan yapılanmaların varlığının, fiilen bir suç işlenmiş olmasına bağlı olmadığı kabul edilmektedir. Bu yaklaşıma göre, örgütün varlığı, üyelerin bireysel eylemlerinden bağımsız olarak, organizasyon yapısı ve ortak niyet üzerinden değerlendirilebilir. Özellikle yapısal devamlılık gösteren ve belirli bir suç amacına yönelik oluşturulmuş yapılanmalarda, somut bir suç işlenmemiş olsa dahi örgüt vasfı tanınabilecektir. Ayrıca, sosyal medya gibi dijital mecralarda süreklilik arz eden ve suç işlemeye yönlendiren iletişimlerin bulunması hâlinde, açık bir hiyerarşik yapı aranmaksızın örgüt niteliği kabul edilebilecektir.
Buna karşılık daraltıcı yaklaşımlar, suç örgütü kavramının belirli, somut ve yapısal unsurlar çerçevesinde sınırlandırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Geçici suç işbirliklerinin, arızi ve rastlantısal nitelikteki toplulukların örgüt olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir. Yapısal devamlılık, görev dağılımı ve emir-komuta ilişkisi gibi kriterlerin somut bir şekilde ortaya konulması zorunlu kabul edilmektedir. Aynı şekilde, salt protesto amacıyla bir araya gelen, ortak bir suç işleme iradesi bulunmayan grupların da suç örgütü kapsamında değerlendirilemeyeceği ifade edilmektedir. Bu daraltıcı yorumlar, temel hak ve özgürlüklerin, özellikle ifade özgürlüğü ve toplantı hakkının korunması açısından önem taşımakta; suç örgütü kavramının keyfi ve aşırı genişletilmesine karşı hukuki bir sınır çizmektedir.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kararlarında, suç örgütü isnatlarında delil standardına özel vurgu yapmıştır. Somut delillerle desteklenmeyen, yalnızca soyut iddialara veya bağlantısız iletişim kayıtlarına dayanan örgüt suçlamalarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal edeceği belirtilmiştir. Ayrıca, örgütle emir-komuta ilişkisini gösteren ciddi ve inandırıcı kanıtların bulunmaması hâlinde, tutuklama tedbirinin ölçüsüz ve keyfi olacağına hükmedilmiştir. Uzun tutukluluk hallerinin ise, makul şüphe standardını aşarak, ağır bir hak ihlali oluşturabileceği açıkça ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesi aynı zamanda, suç örgütü suçlamalarının siyasi veya ideolojik gruplaşmalara dayanılarak genişletilmesinin hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağını özellikle vurgulamıştır.
Soruşturma pratiğindeki yapısal sorunlar: Algı mı, Gerçeklik mi?
Keyfi örgüt isnatları: Sayıya dayalı suçlama mekanizması
Özellikle son dönemde, üç veya daha fazla kişinin herhangi bir amaçla bir araya gelmesi, doğrudan örgüt suçlamasına konu edilmekte; yapısal süreklilik, hiyerarşi veya ortak suç işleme amacı araştırılmaksızın örgüt vasfı yüklenmektedir.
Nitekim, 2024 yılında İstanbul’da bir dernek yöneticileri hakkında açılan örgüt davasında, üyeler arasındaki iletişim ve toplantılar suç delili sayılmış; ancak AYM, örgüt niteliğinin somut yapısal unsurlardan yoksun olduğu gerekçesiyle hak ihlali kararı vermiştir.
Tutuklama kolaycılığı: Katalog suç istismarı
Örgüt suçlarının CMK m.100/3 kapsamında katalog suç sayılması, delil tartışmasına gerek bırakmadan tutuklama kararı verilmesini kolaylaştırmaktadır.
Yargıtay, 2023 yılında incelediği 10 dosyada, örgüt isnadının somut delillere dayanmadığı gerekçesiyle tutuklama kararlarını bozmuştur.
Medya üzerinden algı yönetimi: Yargılamadan önce mahkûmiyet
Gözaltı operasyonları, basında "örgüt çökertildi, örgütün başı ezildi" başlıklarıyla sunulmakta, henüz yargılama başlamadan masumiyet karinesi hiçe sayılmak suretiyle kamuoyunda mahkumiyet algısı oluşturulmaktadır. Bu konuda en ilginç örneklerden biri 2024 yılında yaşanmıştır. Ankara'da suç örgütü iddiası çerçevesinde yapılan bir operasyonda gözaltına alınan 20 kişiden sadece 3'ü hakkında iddianame düzenlenmiş; 17 kişi hakkında ise yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verilmiştir.
Sonuç: Hukukun üstünlüğü, hakikatin peşinde koşmakla başlar
Suç örgütü kavramı, kamuoyu algısını yönetmek için değil; maddi gerçekliği ortaya koymak için kullanılmalıdır.
Algı yönetimi adına maddi delil yok sayıldığında, hukuk devleti temelinden sarsılır. Milattan önce 1750’ye kadar dayanan ve ispat yükünün suçlayıcıya ait olduğunu ve suç işlediği ispat edilmedikçe kimsenin suçlu olarak kabul edilmeyeceğini hüküm altına alan Hammurabi Kanunları mumla aranır hale gelir.
Örgüt suçlamalarında sayı ve soyut ilişkiler değil; somut yapısal unsurlar, süreklilik, hiyerarşi ve suç işleme amacı aranmalıdır. Çünkü suç örgütü, süreklilik arz eden, kendisini oluşturanlar arasında planlı ortaklık, iş bölümü bulunan, başında bir lider olan ve en az üç kişiden oluşan suç işlemek için kurulmuş bir yapılanmadır. Diğer bir deyişle örgüt gelişigüzel fiili bir birliktelik değil, suç işlemek amacı doğrultusunda dayanışma, organizasyon ve koordinasyonu içeren disiplinli bir yapıdır.
"Bir toplumun hukuk devleti kalitesi, en çok zanlılara gösterdiği adaletle ölçülür."