11.paketin bazı düzenlemeleri, cezaların artırılmasını öngörüyor. Bir kez daha, suçu azaltmanın yolu olarak cezanın miktarı seçiliyor. Oysa tecrübeyle sabittir ki dünyada hiçbir ceza sistemi, “cezayı artırarak” suç oranını düşüremedi.
Her dönem bir “reform paketi” gelir.
Manşetlerde “tarihi adım”, “yargıda devrim”, “adalet için yeni dönem” başlıkları dolaşır.
Sonra aynı film, farklı isimle yeniden vizyona girer.
Şimdi sahnede 11. Yargı Paketi var.
Ama soralım:
Bu, gerçekten adaletin yarasını saracak bir ameliyat niteliğinde müdahale mi,
yoksa Hıristiyanların ölülerini makyajla sergileme adetinde olduğu üzere hastayı ayaktaymış gibi göstermeye çalışan bir vitrin düzenlemesi mi?
Yirmi beş yıl, on bir paket, bir tek güven sorunu
Türkiye’de son 25 yılda yürürlüğe giren neredeyse her “yargı reformu”, yargıya olan güveni artırmak, adaleti hakkıyla sunmak ve hızlandırmak iddialarıyla başladı.
Ne var ki, sonuç hep aynı oldu: güven biraz daha azaldı, adalet haktan daha da koptu, üstelik eskisinden de yavaş hale geldi.
Çünkü bu ülke, reform değil, revizyon yorgunu.
Yasa değiştirmenin reform sanıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Oysa reform, kanun metniyle değil; zihniyetle başlar.
Ama bizde her defasında Einstein’ın “aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca deneyip farklı bir sonuç almayı beklemektir” ifadesini kanıtlamak istercesine aynı reçete uygulanıp başka sonuçlar bekleniyor:
birkaç madde değişiyor, birkaç ceza artırılıyor, birkaç başlık daha “suç” hanesine ekleniyor.
Ve sonuçta, hukuk sistemi olduğundan daha da fazla bir Kafkavari labirente dönüşüyor.
Yasa üretmek kolay, adalet üretmek zor
Yargı paketlerinin ortak bir hastalığı var: sistemi sadeleştirmek yerine karmaşıklaştırmak.
Yasa yapıcı, “sorunu çözme” refleksiyle değil, “kitlelerintepkilerini bastırma” içgüdüsüyle hareket ediyor.
Bir gün bir olay yaşanıyor, kamuoyu ayağa kalkıyor. ertesi hafta o olaya özel bir madde çıkarılıyor.
Ama o madde, çoğu zaman mevcut düzeni iyileştirmek bir yana hukuk mantığını daha da bozuyor.
Bu sefer bir başka paketteki başka bir hükümle o hata düzeltilmeye çalışılıyor.
Hukukun ruhu, tıpkı sürekli rötuşlanan bir tablo gibi özgünlüğünü, daha da beteri etkisini ve gücünü kaybediyor.
Yargı alanında istikrar, hukuk güvenliğinin temelidir.
Oysa bizde kanunlar artık mevsimlik:
her hükümet dönemi, kendi hukuk iklimini getiriyor.
Suçla mücadele, rakamla değil hukuk aklıyla yapılır
11.paketin bazı düzenlemeleri, cezaların artırılmasını öngörüyor.
Bir kez daha, suçu azaltmanın yolu olarak cezanın miktarı seçiliyor.
Oysa tecrübeyle sabittir ki dünyada hiçbir ceza sistemi, “cezayı artırarak” suç oranını düşüremedi.
Caydırıcılığın kaynağı, cezanın ağırlığı değil, adaletin kesinliği, uygulanabilirliği ve eşitliğidir.
Fail, cezadan değil; yakalanmama ihtimalinden cesaret alır.
Sorun, cezanın az olması değil, adaletin öngörülemez olmasıdır.
Ceza miktarını yükseltmek, hasta kalbi ameliyat etmek yerine tansiyonu ölçmek gibidir:
görünürde bir hareket vardır, ama teşhis de tedavi de yanlıştır.
Karmaşıklaşan hukuk, basitleşen adalet
Her paket, uygulamayı biraz daha ağırlaştırıyor.
Bir maddeyi düzeltirken üç istisna ekleniyor,
bir suç tanımını daraltırken, başka bir tanım genişletiliyor.
Böylece, hukukçuların dahi emin olamadığı bir sistem doğuyor.
Bugün bir hâkim karar verirken, hangi maddenin yürürlükte olduğunu kontrol etmek zorunda kalıyor.
Bir avukat, müvekkiline “kanun değişti” cümlesini yılda en az birkaç kez söylüyor.
Oysa ki adalet, metinlerde değil, uygulamadaki tutarlılıkta yaşar.
Ama bizde kanun değişimi, reform değil, rutin hale geldi.
Palyatif hukuk dönemi
Sorun büyük, reçete küçük.
Yargıdaki köklü problemler — bağımsızlık, liyakat, yargı etiği, kaynak yönetimi, yargılama süresi —
hiçbir pakette doğrudan ele alınmıyor.
Çünkü bu konuların çözümü, siyasi irade, kurumsal olgunluk ve “yargı üstünde vesayet kurmama” kararlılığı gerektirir.
Mevcut yargı paketleri yangına bardakla su atarcasına daha çok bir “kriz söndürme” aracına dönüşmüş durumda.
Bir anlamda, hukuk sistemimizde palyatif tedavi dönemindeyiz.
Ağrıyı dindiriyoruz, ama hastalığı büyütüyoruz.
Son söz: Hukuku tamir etmekle olmaz, yeniden kurmak gerekir
Türkiye’nin yargı serüveni, uzun zamandır tamir defterine dönüşmüş durumda.
Her yeni düzenleme, eskisini yamamakla meşgul.
Ama kimse sormuyor: artık o defteri kapatıp
yeni bir anayasal hukuk düzeni kurmanın zamanı gelmedi mi diye!
Neticede hukuk, yalnızca metin değil, esasında medeniyetin sesidir.
Ve o ses, bugün giderek kısılıyor.
Yargı, makyajla değil; adaletle güzelleşir.
Yasa değil, güven üretmekle hakkaniyete erişir.
İşte asıl ve gerçek reform budur.