Mustafa Altıoklar, Ağır Roman ile yalnızca bir öyküyü değil, Türkiye’nin “ağırlaşmış” ruhunu anlatır. İnsanın, insan gibi yaşama arzusunun bile suç sayıldığı bir ülkenin anatomisini çıkarır.

Bazı filmler, yalnızca bir hikâye anlatmaz, bir ülkenin bilinçaltını kazır. Metin Kaçan’ın kalemi ve Mustafa Altıoklar’ın kamerasından çizilen Ağır Roman filmi tamda böyle bir eserdir. Bu film, bir aşk hikâyesinden çok, bir ülkenin tutkulu ama yorgun kalbinin portresidir.

Altıoklar’ın kamerası Kolera’nın arka sokaklarında dolaşırken, aslında İstanbul’un değil, Türkiye’nin nabzını tutar. Çünkü Kolera, yalnızca bir semt değil, sistemin unuttuğu, toplumun dışa ittiği bütün insanların coğrafyasıdır…Burada herkes yaralıdır. Kadınlar birer kader tutsağı, erkekler delikanlı olmanın yükü altında ezilmiş modern kölelerdir. Aşk bile özgür değildir bu sokakta, aşk bile damgalıdır.
Ve Salih, o kırık kahraman… Bir mahallenin değil, bir ülkenin vicdanıdır adeta.

Salih’in hikâyesi bir aşk hikâyesi değildir aslında. Ssevmenin, sevilmenin, insan kalmanın imkânsız olduğu bir düzenin hikâyesidir. Yıkık evlerin, paslı kapıların, dövülmüş sokak lambalarının gölgesinde geçer bu hikâye. Ve hiçbir şey gerçekten uzak değildir. Hayatın sert gerçeklerini, aynı sertlikle çarpar yüzümüze.
Burası, Nuri Bilge Ceylan’ın pastoral yalnızlığı gibi değildir.
Mustafa Altıoklar’ın terli, karanlık, kirli kompozisyonudur. Ceylan filmlerinin karakterleri ve kadrajları susarak anlatır anlatacağını. Burada ise gözümüzün içine bağıran bir resim vardır. Orada yağmur şiirseldir, burada ise çamurdur. Orada sessizlik anlamdır, burada ise sessizlik korkudur, korkunçtur…

Mustafa Altıoklar, Ağır Roman ile yalnızca bir öyküyü değil, Türkiye’nin “ağırlaşmış” ruhunu anlatır. İnsanın, insan gibi yaşama arzusunun bile suç sayıldığı bir ülkenin anatomisini çıkarır. Sokaklar, mezar gibidir. Aşk, ölümle akrabadır. Ve her bakışta bir “keşke” gizlidir.

Ağır Roman, bir aşk hikâyesi değildir. Bir kaybedişin destanı, bir şehir ağıtı, bir ülke manifestosudur.
Ve Salih, yalnızca bir karakter değil, bütün “harbi ama kırık” insanların simgesidir.

Filmde gördüğümüz pislik, yozluk, şiddet yalnızca bir dekor değil, devletin, sistemin, “merkezin” kenarıdır. Bu kenar, yıllardır unutulmuş, sonra da suçu kendisine yüklenmiş insanların evidir. Toplumun hastalığı buradadır, ama tedaviyi arayan kimse yoktur. Sokaklar yalnızca taş ve çamurdan değil, ezilmişlikten, dışlanmışlıktan, unutulmuşluktan yapılmıştır.
Devletin kılcal damarlarına kadar işlemiş adaletsizlik, burada ete kemiğe bürünür.
Kolera bir semt değil, bir ülkenin bilinçaltıdır. Ve bu bilinçaltında, birçok şey “delikanlılık” kavramı ile örtülür.

Erkeklik, bir kimlik değil bir zırhtır burada. Yoksul, cahil, dışlanmış ama gururlu.
Gururu dışında hiçbir şeyi olmayan bir erkekten daha tehlikeli kimse yoktur belki de.

Metin Kaçan’ın kelimeleri, Altıoklar’ın kamerasında “aşkın da kirli” olduğu bir yere dönüşür. Burada sevmek bir ayıptır, çünkü yoksulların lüksü yoktur. Sevda, paranın satın alamadığı tek şey olduğu için cezalandırılır. Kolera’da herkes kaybeder, çünkü kimse kazanmak için doğmamıştır. Bu coğrafyada, kurtuluş hikâyeleri hep yarıda kalır.

Salih ölür, ama ölmeden önce bir şey bırakır geriye… Direnişin estetiğini. Yani yoksulluğa rağmen insan kalabilmenin asaleti.

Film boyunca gördüğümüz o klostrofobik, karanlık atmosfer sadece bir dekor değil, ülkenin ruh hâlidir. Kolera Sokağı, Türkiye’nin kenarına sıkışmış bütün “öteki”lerin metaforudur. Trans bireyler, seks işçileri, mülksüzler, ezilenler, aşkına sahip çıkanlar… Hepsi “marjinal”dir. Çünkü sistemin merkezinde “normal”e yer yoktur.

Ve işte bu yüzden Ağır Roman hâlâ günceldir. Çünkü hâlâ aynı sokaklarda, benzer insanlar, benzer kadere yürümektedir. Yoksulluğun kokusu ve detayları değişmemiştir. Bu film, bir tür “kaybedenler ülkesinin anatomisi”dir. Ne yazık ki Türkiye, hâlâ o kaybedenlerin hikâyesini yaşamaktadır. Sadece mekân değişmiştir. Bugün Kolera bir gettoda değil, bir plazada, bir evlilikte, bir seçim meydanında yaşar. Yoksulluğun biçimi değişmiş, ama kokusu kalmıştır.

Kolera Sokağı, Türkiye’nin arka bahçesidir. O bahçede menekşe değil, sigara izmariti yetişir. Burada hayat, bir sigara dumanı kadar kısa, bir yoksulun ömrü kadar uzundur. Bu ülke hâlâ sınıfsız, imtiyazsız, kaybedensiz bir toplum olamamıştır. Salih’in cesareti, Tina’nın masumiyeti, Kolera’nın kaosu hâlâ aramızda dolaşmaktadır.

Film, günümüz Türkiye’sine ayna tutar. Ekonomik uçurum büyümüş, aşk küçülmüştür. Erkeklik hâlâ bir silah, kadınlık hâlâ bir suçtur. Metin Kaçan’ın kaleminden doğan o kirli, tutkulu, kanlı dünya. Türkiye’nin hâlâ en “ağır” aynasıdır.

Ve şüphesiz ki Kolera’nın paslanmış, yorgun ve korkutucu sokakları bize şunu haykırır…

“Madde tükenir, mana yanar ve geriye sadece yara kalır.”

Sinema Dolu Günler…