Evet, muhalif medyada sürece açıktan karşı olanlar var. Fakat sürece destek veriyor gibi görünen iktidar medyasının tavrı da eksikler, yanlışlıklarla dolu, Kürt medyasının da.
DEM Parti İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan’ın kastettiği,medyaya müdahale değilse “yanlış anlaşılmış” değil, “yanlış anlatmış” demektir. Zira Medya Haber’e konuşurken, “iktidarın sürece karşı olanları ikna için yol ve yöntemler bulması gerektiği”ni vurgulayıp, özetle şunları söylüyor:
“Sayın Öcalan bu son görüşmede de rahatsız olduğu bir mesele üzerinde durdu, medyanın dili. Hâlâ birçok kanalın ve yorumcunun geçmişteki düşmanca dili sürdürdüğünü belirtti. Medyada bazı yorumcuların, bazı habercilerin, sürecin aleyhine ifadeler kullanması bizim çözeceğimiz bir sorun değil. Bu da iktidarın meselesi. Çünkü bugün medya da hükümetin elinde, AKP’nin elinde, yargı da AKP’nin elinde. Yaşamın her alanına hâkim bir iktidardan bahsediyoruz.”
Gerçi Buldan, bu cümlelerden önce karşı çıkanları “ikna” ve “kazanmak”tan söz ediyor, bu niyet göstergesi. Fakat yine de “Medya da AKP’nin elinde yargı da” dedikten sonra “Bu tür meseleleri ortadan kaldırmak iktidarın görevi” diye eklemesi sorunlu. Bu sözlerinin AKP’nin “elindeki” medyayı sansürlemesini, muhalif medyaya müdahale etmesini çağrıştırması doğal.
Gazetecilerin tepkisinin ardından Buldan’ın, “İktidar daha yapıcı ve daha pozitif adımlar atarsa insanların dili de değişir. Benim kastettiğim bu. Başka bir şekilde müdahaleyi kastetmiyorum” açıklaması olumlu bir adım, ama kendi hatasını kabul etmediği için yetersiz.
Ayrıca “barış gazeteciliği”, medyanın genel problemi. Ben dedaha önce “Barış gazeteciliği” çizgisinin dışına çıkan, “barış dili”ni kullanmayan meslektaşlarımızı defalarca eleştirdim.
Evet, muhalif medyada sürece açıktan karşı olanlar var. Fakat sürece destek veriyor gibi görünen iktidar medyasının tavrı da eksikler, yanlışlıklarla dolu, Kürt medyasının da. İktidar medyası, sorunun ne olduğuna, neyin çözülmesi gerektiğine, TBMM’deki komisyonda konuşulanların ayrıntılarına girmiyor; kabaca trafiği aktarmakla yetiniyor. Kürt medyası da benzer şekilde sorunun içeriğinden uzaklaşarak sloganlarla ve empati geliştiremeden yayın yapıyor. Zira iki tarafta da bağımsız yayıncılıktan söz etmek hayli zor…
Üstelik sürecin görünen kısmında pek bir ilerleme yok, perde arkasında ne olup bittiği de bilinmiyor. Ne AKP ne de DEM tarafı, gazetecilerin karşısına geçip soruları yanıtlıyor, ayrıntılı açıklama yapıyor. Halbuki sürecin yürütücüleri olarak yakınmak yerine şeffaf davransalar “barış dili”ni sağlamak daha kolay olabilirdi.
Bakan Yerlikaya gereğini yapmadı
Gazetecilik bu ülkede tehlikeli meslek. Saldırılar sokaktan da geliyor, polisten, validen ve iktidar sahiplerinden de.
Gazeteci ve belgeselci Hakan Tosun’un, İstanbul’da, sokak ortasında dövülerek öldürülmesiyle sarsıldık geçen hafta. Bu üzücü cinayetin nasıl ve neden işlendiği hâlâ muamma. Çete operasyonlarını, trafik cezalarını bile “Gereği yapıldı” diye bizzat açıklayan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, açıklama yapmadı; arkadaşlarımızın bu cinayete ilişkin sorularını yanıtlamaktan da kaçındı. Polisin sokaklarda güvenliği sağlayamamasının, soruşturmayı da doğru düzgün yürütmemesinin sorumluluğunu almadı üzerine.
Ama fail yakınları, olayı araştıran Halk TV muhabiri Umut Taştan’ı tehdit edebildi. Tam da bugünlerde bir de meslektaşlarımız Şule Aydın ve Murat Ağırel’in tehdit edildiği haberi geldi. BirGün editörü Kayhan Ayhan hakkında sırf 19 Mart sonrasında başlayan öğrenci eylemlerini haberleştirip sosyal medyada paylaştığı için soruşturma açıldı.
Gazetecilik, Iğdır’da, İHA muhabiri Sebahattin Yum’un, Vali Ercan Turan’ın şikâyeti üzerine gözaltına alınmasıyla da baskıyla karşılaştı. Valinin gerekçesi de Yum’un haberinin “halkı yanıltıcı” nitelikte olduydu. Oysa gaziler yağmur altında ıslanırken Vali Turan’a şemsiye tutulduğu fotoğrafla kanıtlı.
Üstelik Yum’un gözaltına alındığını haber yapan gazeteci Ercan Tunç da gözaltına alındı! Gazetecinin gözaltına alınmasını haber yapan gazetecinin de gözaltına alınmasının nasıl bir hukuki dayanağı olabilir ki? Despotik, keyfi biçimde basın ve ifade özgürlüğüne saldırı bu…
Iğdır’daki bu saldırı, yerel gazetecilerin ne kadar zor koşullar altında çalıştıklarını gösteriyor. Yerel otoriteler, gazetecilerin amiri gibi davranabiliyor. Ama onların amiri durumundaki Bakan Yerlikaya, bu olaya dair de susmayı yeğliyor…
Kopyacıyı yakalatan Hulusi Akar yanlışı
Gazeteci Ragıp Soylu, X’te “Türkiye, İngiltere'den 12 adet ikinci el C-130 askeri kargo uçağı satın aldığını resmen doğruladı. Uçaklar modernizasyon çalışmasından geçiyor” diye yazdı. Paylaşımının altına Middle East Eye sitesinde 20 Ocak 2023’te yayımlanan eski yazısını da ekleyerek, görüşmelerin başladığını o tarihte duyurduğunu anımsattı.
Ragıp Soylu bunu 16 Ekim’de saat 12.49’da paylaşmıştı. Saat 14.43’te, Karar’ın sitesinde bir haber yayımlandı: “Türkiye, ABD engeline karşı İngiltere ile büyük savunma anlaşması görüşüyor”. Enteresandır, Karar’da, Ragıp Soylu’nun paylaşımına eklediği eski haberdeki veriler aynen aktarılıyordu. Öyle ki, “Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, geçtiğimiz pazar günü Londra’da İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace ile bir araya geldiği”nden söz ediliyordu! Halbuki artık ne Hulusi Akar Milli Savunma Bakanı, ne de Ben Wallace.
Üzücü, ama Karar’da haberi yazan muhabir, bakanların isimlerine ve Ragıp Soylu’nun belirttiği tarihe bile dikkat etmeden iki yıl önceki metni yeni sanarak aynen alıntılamıştı!Karar editörleri de yanlışlara uyanamamış, haberi düzeltmeden yayına vermişti! Bu yazıyı hazırlarken de düzeltilmemiş, üç gündür öylece duruyordu.
Kopyacılık alışkanlığı kötü, dikkatsiz gazetecilik daha da kötü…
Basın İlan’ı yenileme fırsatı
Gözden kaçmasın, Anayasa Mahkemesi’nin, Basın İlan Kurumu’nun (BİK) resmi ilan ve reklam kesme yetkisini iptal kararının iki önemli sonucu var.
Birincisi, AYM, BİK’in bugüne değin muhalif medyaya (özellikle de yerel medyaya) ilan ve reklam kesme cezalarının keyfiliğini tescil etmiş oldu.
AYM’nin iptal kararında “İfade ve basın özgürlüklerini sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir” denildi. AYM, BİK’in, Basın Ahlak Esasları’na ve yönetmeliğe uymadıkları gerekçesiyle gazete, dergi ve haber sitelerine uyguladığı yaptırımların kuralları ile çerçevesinin belirsiz olduğuna, böylece “hukuki belirlilik” ilkesi ile “güven duygusu”nun zedelendiğine dikkati çekti.
İkincisi, AYM’nin bu iptal kararı, yasal dayanağını yitiren BİK’in, tek maddelik değişiklikle yetinilmemesini, tümüyle yeniden yapılanmasını zorunlu kılıyor.
AYM’nin, Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Yasa’nın “Müeyyideler” başlıklı 49. maddesinin Yönetim Kurulu’na iki ayı geçmeyecek süreyle ceza uygulama yetkisi veren “a” bendini iptal etmesi, BİK yönetimini yetkisiz bıraktı.
AYM, iptal kararını Gazeteciler Cemiyeti’nin “24 Saat” gazetesine uyguladığı beş günlük resmi ilan kesme cezasına itirazın görüşüldüğü Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin başvurusu üzerine almıştı. Cemiyet’in, bu davayı baştan beri takip eden avukatı Gökhan Tekşen, “AYM, BİK’in müeyyide uygulama konusundaki yetkisinin hukuki belirlilik, kanunilik ve hukuki güvenlik açısından sorunlu olduğuna işaret etti. Meslek örgütlerinin ısrarla vurguladığı ‘Gazeteciliği gazeteciler belirlesin’ ilkesi anayasal bir dayanak ve istikrar kazandı” dedi.
Bu büyük fırsat. Gazetecilik meslek örgütleri, BİK’in adil, özgürlükçü, şeffaf ve politik etkilerden uzak biçimde yeniden yapılanmasını sağlamak üzere harekete geçmeli. BİK’in değişimini, sadece SETA Genel Müdürlüğü’nden önceki gün BİK Genel Müdürlüğü’ne kaydırılan Abdülkadir Çay ve siyasi iktidara bırakmayalım.
Alternatif medyada emeğe saygısızlık
“Gündem Fethiye”, “Hak odaklı ve bağımsız yerel gazetecilik” düsturu ile yayın yapan yerel bir gazete. Haber Müdürü Hülya Çetinkaya, ürettikleri haberlerin kaynak gösterilmeden alıntılanmasından yana dertli. Çetinkaya, bana gönderdiği iletide özetle şu görüşlere yer verdi:
“Yerelde hak odaklı gazetecilik yapmaya çalışırken, maalesef bazen hiç ummadığımız yerlerle de mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Haberlerimiz, fotoğraflarımız, videolarımız kaynak gösterilmeden, bazen üstündeki logolar özellikle blurlanarak kullanılıyor. Daha önce, bunlarla ilgili her seferinde kurumlarla iletişime geçip düzeltme talep ediyorduk. Bazı kurumlardan çok olumlu, bazı kurumlardan ise çok kötü karşılık aldık.
Haberlerimize çöken kurumlar karşılarında küçük bir yerel gazete gördüklerinde dikkate almayı geçtim, yetkili bir kişi ile bile görüşmemize imkân vermiyorlar. İşin bence saçma tarafı, ulusal kurumlardan haber karşılığı telif de talep etmiyoruz. Hatta haberlerimizi kullanmaları konusunda kendilerini teşvik edip sadece kaynak göstermelerini istiyoruz. Bu sayede doğru bilginin yerelden ulusala güvenilir ve kapsamlı şekilde ulaştırılmasına katkı koymak istiyoruz.
Son olarak ‘Muğla’da yaban domuzu kuyruğu getirene 5 kurşun’ haberimizin kaynak gösterilmeden çalınmasından sonra artık dayanamayarak size yazmak istedim.”
Üzücü olan Çetinkaya’nın yakındığı kuruluşların, muhalif ya da alternatif medya kuruluşları olması. Bu gerçekten kabul edilemez. Hak savunucusu olduğunuzu, evrensel standartlara uygun gazetecilik yaptığınızı söyleyip bir yandan da yerel medyadan haber çalamazsınız.
“İtibar suikastı” teyit edildi
19 ünlünün bir sabah aniden evlerinden toplanıp, “uyuşturucu operasyonu” şüphelileri olarak ilan edilmelerinin “itibar suikastı” olduğu çok yazıldı, anlatıldı.
Fakat medya da Jandarma Komutanlığı’nın yanlışına ortak oldu. İlk günden itibaren 19 ünlü ismin haberlerde “uyuşturucu kullanıcısı” gibi teşhir edilmeleri yetmezmiş gibi, test sonuçlarında 4’ünün de yeşil reçeteli ilaç kullandığı da duyurularak mahremiyetleri ihlal edildi. Test sonuçları haberlerinin çoğunlukla 8 ünlünün testinin pozitif çıkması üzerine kurulması da hatalıydı.
Oysa asıl haber, 11’inin uyuşturucu kullanmadığının saptanması, dolayısıyla Jandarma’nın yaptığı “itibar suikastı”nın teyit edilmesiydi. Jandarma’nın nasıl olup da durup dururken insanları zan altında bıraktığı sorgulanmalıydı.
Tek cümleyle:
• Akademisyen Emrah Gülsunar’ın “darbe için yurtdışından yardım alınması anketi” yaptığı için tutuklandığını yazan Akşam, anketin Venezuela’ya ilişkin olduğu bilgisini vermedi.
• Sabah ve CNN Türk’ün “Tüküren hastasını iğne ile öldürdü” haberinde “iddia” gerektiği gibi araştırılmadan doğrulanmışgibi yansıtılıyordu.
• Yeni Şafak’ın “Danışmanın tazminatını belediyeye ödettiler” haberinde etik ve güvenlik açısından gerek olmamasına rağmen CHP’ye dava açan danışmanın adı C. A. diye kodlandı.
• Hürriyet’teki, “İşte Yeniköy’ün taşınan ağaçları” başlıklı söyleşide yayımlanan “taşınan zeytin ağaçları” fotoğrafları, 10 gün önce birçok mecrada yayımlanan eski fotoğraflardı.
• Türkiye gazetesi, “BKM’ye ihale operasyonu” haberinde, -tüm medyada ismi daha önce açık olarak yazılmış olmasına rağmen- tutuklanan Merkez Bankası’nın eski Başkan Yardımcısı Emrah Şener’in ismini kodladı; görevini de yazmadı.
• İktidar medyası, Kıbrıs seçimleri öncesinde sağ partilerin ortak adayı olan Cumhurbaşkanı Ersin Tatar lehine tek yanlı kampanya yürüttü.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]