Suçlamak sıradan, tutuklamak rutin. Cezaevine girmemiş kesim bulmak neredeyse imkânsız.

Türkiye’nin yargı tarihi hep tartışmalıydı, ama bugün yaşanan, geçmişte olanları gölgede bırakacak denli ağır ihlaller barındırıyor. Çünkü bu defa araçsallaştırılan yargı, sadece belli bir grubun değil, neredeyse toplumun tamamının üzerine yönelmiş durumda.

Yargı her daim güç dengelerinin aracı ve denetim ölçüsüydü; fakat bugün bu araç ilk kez bu denli çıplak, bu denli sert ve bu denli kapsamlı biçimde görülüyor, hissediliyor.

Ergenekon’la bugünün farkı

Ergenekon sürecinde de hukuk siyasetin sopası hâline getirilmişti. Sahte deliller, gizli tanıklar, montaj dosyalar, yıllarca süren tutukluluklar… Adaletin terazisi açıkça kırılmıştı.

Ama en azından hedef belliydi, araç belliydi, amaç belliydi: devlet içindeki bir klik tasfiye edilmek isteniyordu. Hukuk katledilse de bir pusula vardı, yön görünüyordu.

Dün hukuk eğilip bükülüyordu, bugün hukuk bütünüyle ortadan kaldırılıyor.
Artık ortada iddianame yok; zanname var. Fiil–suç bağlantısı tamamen kopmuş, herkes potansiyel fail ilan edilmiş durumda.

Bugünse pusula yok, dümeni bozuk bir gemi misali sürükleniyoruz. Amaç sınırsız, hedef belirsiz. Karşımızda bir iddianame değil, bir zanname var. Zan üstüne zan, ihtimal üstüne ihtimal… Hukukun temel dayanağı olan “fiil–suç bağlantısı” yerle bir edilmiş; yerine “herkes potansiyel faildir” anlayışına geçirilmiş.

Yargı, delilden sonuca gitmiyor; sonuçtan delile uydurma çabası içinde. Bu, sadece hukukun değil, aklın ve vicdanın da çöküşüdür.

Soruşturma mı, tarama mı?

Bugün duruşma salonlarında hukuk değil, şüphe işletiliyor; vatandaşların gündelik hayatındaki en basit fiiller bile suçmuş gibi önlerine konuyor.

Geçmişte Dem’li belediyelere terör kılıfı altında yapılan soruşturmalar, bugün CHP’li belediyelere yönelik olarak yolsuzluk adı altında yürütülüyor. Henüz somut delil yokken, medyanın silahşörleri eliyle suç şebekesi algısı pompalanıyor. Mahkeme, savcıdan çok “tarama memuru” gibi çalışıyor.

Suçlama endüstrisi

Suçlamak sıradan, tutuklamak rutin. Cezaevine girmemiş kesim bulmak neredeyse imkânsız.

Tutuklama artık bir koruma tedbiri değil; bir itaat ve boyun eğdirme aracı. Kendinden olmayanı sindirmek, muhalif olanı susturmak, dik duranı biat ettirip hizaya sokmak için kullanılıyor.

Türkiye’de bir suç üretim endüstrisi kurulmuş durumda. Hammaddesi toplumun kendisi, ürünü suçlama, tutuklama ve itibarsızlaştırma.

Somut Örnekler: Zan Üzerinden Yaşamlar

Bir tweet: “örgüt propagandası.”

Bir pankart: “örgüt üyeliği.”

Bir sendikal faaliyet: “ekonomiyi yıkmaya teşebbüs.”

Bir akademik konferans konuşması: “devleti aşağılama.”

Bir tiyatro repliği ya da bir şarkı sözü: “suçlama malzemesi.”

Artık hukuk değil, ihtimal konuşuyor. Her söz halkı kin ve düşmanlığa tahrik ediyor. Zan, gerçeğin yerine geçiriliyor.

Herkes hedefte

Geçmişte hedef sadece Kürtlerdi, Bugün hedef toplumun ta kendisi. Memur, öğrenci, akademisyen, esnaf, sanatçı, Türk, Kürt… Hepsi potansiyel sanık.

Artık herkes “terörist” olabilir. Öyle ki ülkede dillere pelesenk olmuş bir cümle var: “Bir gün her nefis Silivri’yi tadacaktır.”

Medyanın koro hâlinde alkışı

Manşetler ithamı hüküm gibi sunuyor. Televizyon yorumcuları davalar başlamadan “suçlu” ilan ediyor. Sosyal medya linç kampanyaları davaların kaderini belirliyor.

Linç kadar tehlikeli bir şey yoktur. Çünkü linç yalnızca toplumu değil, yargıyı da esir alır. Ve bugün yargı, kimi zaman bu linç dalgasına alet, kimi zaman da bizzat onun aparatı hâline geliyor.

Suçla mücadele adı altında cezalandırmak bile yetmez oldu; linç kültürü gelişti. Bugün linç bile yetersiz görülüyor. Tartışılan artık, “suçluyu cezalandırmak” değil; “hiç var olmamasını sağlamak.”

Bu zihniyet, 1930’ların sonundaki Orta Avrupa’yı hatırlatıyor. Elinde çekiç olan her şeyi çivi gibi görür; elinde kanun olan, her şeyi suç gibi görmeye başlar.

Napolyon’un dediği gibi: “Bir kılıçla her şeyi yapabilirsiniz, ama üzerine oturamazsınız.” Gücü sürekli sopa olarak kullanmak akıl kârı değildir. Bu anlayış, toplumun fay hatlarında enerji biriktiriyor; küçük bir sarsıntı, büyük bir enkaza dönüşebilir.

Uluslararası hukukun aynasında

AİHM: Masumiyet karinesi ihlali.

BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu: Rutinleşmiş tutuklamalar, açık hukuksuzluk.

BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi: Keyfi yargılama, insan haklarının ağır ihlali.

Bugün yaşanan, yalnızca iç hukuk açısından değil, uluslararası standartlar bakımından da ağır bir çelişkidir.

Bugünkü yargı, hakem değil, değirmen taşı. Önüne ne gelirse öğütüyor. Masumiyet karinesi, delil standardı, orantı ilkesi… Hepsi o taşın altında un ufak oluyor.

Bugün yaşanan, bir yargı pratiği değil; bir toplum mühendisliği projesidir. Amaç, zan üzerinden bir toplum inşa etmek: zan üzerinden yargılamak, zan üzerinden cezalandırmak, zan üzerinden yok etmek.

Ama unutmayalım: zanla kurulan toplum, korkuyla dağılır. Gerçek adaletin olmadığı yerde, ne devlet kalıcıdır, ne toplum ayakta kalır. Çünkü devletin dini adalettir.