Bu iki yanlıştan, yani gereksiz tiplerin tutuklanması ve gereksiz tiplerin Şeyh Said konusunda berbat espriler yapması şeklindeki iki yanlıştan da maalesef bir doğru çıkmıyor.

Hz. Muhammed (SAV)’in "İçki tüm kötülüklerin anasıdır" hadisi şerifi üzerinden 'Soğuk Savaş' programı sunucusu Boğaç Soydemir ile konuk Enes Akgündüz bir espri yaptıkları gerekçesiyle tutuklandılar. Tutuklanma gerekçeleri “Basın ve yayın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme”.

Kaydı biraz başa saracak olursak, program yayınlandıktan sonra bu kötü espriye yönelik eleştiriler yükselince, Boğaç Soydemir bir açıklama yaparak özür diledi, aynı zamanda bu sözün bir hadis olduğunu, Soydemir de Akgündüz de bilmiyorlardı. Buna rağmen tutuklandılar.

Bu tutuklama kararı doğru değil zira kasıt yok, kasıt olmadığı için tahkir etme, kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme de yok, hadis olduğunu bilmiyorlardı. Sadece onlar değil emin olun birçok kişi, içkiyle ilgili o sözü, alkolden menetmek, alkolizmle mücadele etmek amaçlı kullanılan, artık ezber olmuş bir slogan zannediyordur, hadis olduğunu bilmiyordur. Ve dolayısıyla burada olan hakaret değil, hadis bilmemektir ve hadis bilmemek suç değildir.

Eğer burada Müslümanların peygamberlerine dair hassasiyeti nedeniyle, İslami maksatlı bir menetme varsa, orada da bir sorun var zira bilinmeyen bir konuda, kasıtsız bir “kötülük” vaki olduysa İslam ahlakı da İslam hukuku da failleri yükümlü tutmaz, yükümlü tutmama gerekçesi de adil olmaya dayanmaktadır. Dahası, Soydemir’le ilgili olayda, kötülüğe sebebiyet vermek istemeden, bilmeden oluşuyorsa, şu durumda kendilerine haksızlık edilmesi dinen uygun değildir, kul hakkına girmektir. Dolayısıyla en kısa zamanda bu yanlıştan geri dönülmesi, iki tutuklunun da serbest bırakılması gerekir. Çünkü hukuk keyfiliği kaldırmaz, herkese eşit mesafede olmalıdır, hukuktan adaletin çıkması da ancak bu yolla mümkündür.

Boğaç Soydemir’le ilgili tek vaka hadis bilmediği için tutuklanması değil, Soydemir aynı zamanda Şeyh Said’in idam edilmesiyle ilgili de berbat bir espri daha yaptı. Ülkenin binlerce Kürt vatandaşını “basın ve yayın yoluyla kin ve düşmanlığa alenen tahrik etti” ancak bununla ilgili jet hızıyla herhangi bir yargı kararıyla karşılaşmadı.

Şimdi şöyle bir itiraz gelebilir; “Cemile Hanım, nasıl Müslümansınız ki Şeyh Said meselesinde şahsı eleştiriyor, Peygamber meselesinde tutuklanmamalıydı diyorsunuz?”

Açıklayayım, gayet açık olsa da… Bahsi geçen şahıslar, içki hadisini, içki hadisinin Rasulullah’a ait olduğunu bilmiyorlardı. Ancak Şeyh Said’i gayet iyi biliyorlar ki idamıyla ilgili “sallanma” esprisi yapabiliyorlar.

Bu iki yanlıştan, yani gereksiz tiplerin tutuklanması ve gereksiz tiplerin Şeyh Said konusunda berbat espriler yapması şeklindeki iki yanlıştan da maalesef bir doğru çıkmıyor. Çünkü Soydemir’in tutuklanmasını “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirenlerin bir kısmı, kendilerine Şeyh Said’le ilgili yaptıkları iğrenç espriler nedeniyle de destek veren seküler ırkçı kesimler. Ve bu kesimler, kendilerine ait değerlerin eleştirilmesini kabul etmiyorlar, örneğin Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili herhangi bir eleştirinin ya da Türklerin tarihiyle ilgili herhangi bir alternatif tarih anlatımının hem susturulması gerektiğini, hem hapisle cezalandırılması gerektiğini savunuyorlar ve hatta idamla cezalandırılmasını doğru buluyorlar. Yani kendi değerlerine yönelik en ufak eleştirinin cezalandırılması gerektiğini savunurken başkalarının değerlerini tahkir etmenin serbest olmasını savunuyorlar ve bunun, ifade özgürlüğü olduğunu sanıyorlar. İfade özgürlüğü böyle bir şey mi? Elbette değil, ifade özgürlüğünün tahkir edici olmaması ve size yapılınca suç, başkasına yapılınca serbest olmaması gerekiyor, yani o ifade özgürlüğünün herkese eşit mesafede olması gerekiyor. E tabi şu kadar basit bir şeyi kavramaktan acizler için ifade özgürlüğü bir anlam ifade etmiyor zira ifade özgürlüğünü, diğer kesimi hedef alabilmek ya da susturabilmek için araçsallaştırıyorlar.

Hülasa-i kelam; ülkenin sorunu dini, milli, hukuki, insani değerlerinin olmamasıyla alakalı değil, baskın kesimlerin, yani iktidarda olan muhafazakar dindarların ve merkezi muhalefette olan ulusalcı seküler milliyetçilerin sadece kendi değerlerini değer olarak görmesi, bir başka değerin varlığını kabul etmemesi ve “savaşlarını” o değerleri savaş mühimmatı olarak kullanmasıyla alakalı. Dahası, bahsi geçen değerler uğruna hareket ettiğini iddia edenlerin, “düşmandan” önce kendi elleriyle kendi değerlerini boğduklarının farkında olmamaları tüm değerlerin anlamını yitirmesine neden oluyor. Çok uzun yıllardır tutuklanma ve yargılanma korkusuyla yaşanılan bir zeminde de haliyle espri de ifade özgürlüğü de tutuklanma sebebi de sağlam bir zemine oturmuyor. Bunun farkında olup yöntem değiştirmedikten sonra yani otoriterliğin, insan hak ve hürriyetinin önüne geçmesi engellenmedikten sonra da kimin kimi nasıl susturduğunun bir önemi kalmıyor. Çünkü sırası gelen, sırası geçeni aynı yöntemle susturuyor.