“Terörsüz Türkiye” ve bu sürecin doğal olarak devamı olacak bir çözüm arayışı devam ederken yaklaşık 9 yıldır tutuklu olan Selahattin Demirtaş, T24’e bir yazı yazdı. Birkaç yönden eleştirilen yazıdaki tartışma konularından biri de Kürt ve Türk gençlerinin Anıtkabir’i birlikte ziyaret etmesi konusuydu.

Anıtkabir’le ilgili bir gelişme de aslında dindar kesim ve Atatürk arasında ilerliyor. Anıtkabir’de ve Atatürk fotoğrafı ile paylaşım yapan başörtülülerin yanında son dönemde dindar kesimden milli bayramlarda Atatürk vurgusu yapanların oranı geçmişe göre bir miktar daha yoğun…

Aslında mesele bilinmedik bir mesele değil ve hatta artık bir asır sonrasında bezginlik veren bir mesele haline gelmiş durumda ama yine de bu meseleyi bir türlü aşamıyoruz; Atatürk’le barışmak…

Türkiye’de Kürtler ve dindarlar ile Atatürkçü kesim arasında kanıksanmış bir gerilim var ve maalesef her taşı kaldırdığınızda da altından bu gerilim çıkıyor zira Türkiye Cumhuriyeti, ırk olarak Türklük, toplumsal birleştirici harç olarak da Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş bir devlet. Bu denklemde Türk milliyetçiliği ve laiklik eksenli olarak oluşturulan kurucu ideoloji, Kürtleri ve dindarları, ülkenin asli unsurları olmalarına rağmen maalesef dışlayarak inşa edildi ve bu yanlış inşa ısrarla devam ettiriliyor. Özetle, Kürtler ve dindarlar ülkenin asli unsurları olmalarına rağmen, dışlanarak yeni bir ülke inşa edildi. Ve bu öyle baskın bir biçimde yapıldı ki bugün hala Atatürk ile daha doğrusu Atatürkçülük ile barışamayan kesimler var. Çünkü bir kazanım olan ve geçtiğimiz hafta 102. yılını kutladığımız cumhuriyet, bu coğrafyada, bu ülkede yaşayan herkesi ama herkesi kapsayacak şekilde değil, bu coğrafyanın asli unsurlarını ve tarihini hem yok sayacak hem de dışlayacak şekilde inşa edildi.

“Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” dediğinizde (hiç Türklük üst kimlik demeyelim, üst kimlik değil tam olarak ırka vurgu yapan bir kavram) Kürtlerin; dün saltanatçı, gerici, Osmanlıcı, bugün siyasal İslamcı, yobaz, irticacı diyerek dindarların yok sayıldığı ya da dışlandığı ayan beyan bir gerçek. Hatta Kürtleri ve dindarları, kriminalize etmek, “Kürt ve terör” kelimelerini muadil olarak kullanmak, dindarları şeriatçı ilan edip bu iki kesimin, bu ülkenin varlığına ve birliğine kastettiğini, rejimi değiştirmeyi tasarladığını iddia etmek rutin bir ezber. Böyle bir ülkede birlik olur mu, barış olur mu? Olmaz.

Olması için…

Artık her kesimin inkar edip yok saymak yerine görmesi gereken şey şu, Türkiye Cumhuriyeti sınırları belli bir ülkedir ve bölünme gibi durum mümkün olmamakla birlikte bu tip tasarılar, daha fazla acıdan başka bir şey getirmez ancak bu bütünlüğün devamı için sulh ve barış için Kürtlere anayasal olarak eşit vatandaşlık hakları verilmeli. Anıtkabir’e ziyarete giden başörtülüler linç edilmemeli. Türkiye eksiğiyle gediğiyle laik bir ülke ve İslam, barış ve güven demekken yerleşmiş sisteme “kendi kafasına göre” bir şeriat getirme girişimi ne selam ne barış sağlar, zaten mümkün değil ama böyle hülyaları olan varsa bir an önce gerçeklerle yüzleşmeli. Atatürkçü kesimin Kürtleri terörist, bölücü; dindarları gerici, yobaz ilan etmeyi bırakıp, kendileriyle bir şekilde yüzleşmesi, dışlayıcılığı terk etmesi, Kürtlerle ve dindarlarla eşit olduklarını kabul etmesi gerekiyor. Şu saatten sonra Atatürk’e, Osmanlı’ya, Şeyh Said’e yani her kesimin kendi “atasına” hakaret etmeden yürümek gerekiyor. Ben “Atatürk’le barışmak” dedim, siz Osmanlı ile, Kürtlerin varlığıyla barışmak olarak okuyun zira bu kavgayı başlatan dindarlar ya da Kürtler değil, onları bu ülkeden bir asırdır yok sayan ve yok sayamadığı noktada dışlayanlardır. Dolayısıyla sanki barış bayrağının “biraz” da o kesimden gelmesi gerekiyor ancak yakın zamanda bu mümkün mü pek emin değilim zira muhalefeti temsil eden Atatürkçü, laik kesim, iktidara haklı eleştirileriyle dindar kesime yönelik haksız eleştirilerini birbirine karıştırmayı ve terörsüz Türkiye sürecine karşı olmayı birer “varlık” mevzusu olarak görmeye devam ediyor. Oysa ki varlık meselesi artık tamamlandı, orada bir problem yok, şimdi mesele Kürtlerin ve dindarların da var olduğunu kabul edip, birlik ve barışı tamamlamak. Zannediyorum Demirtaş’ın bahsi de bu minvaldeydi, artık önümüze bakmamız gereği üzerineydi çünkü arkamıza bakmaktan önümüzü göremiyoruz.