Hukuk, bu çizgiyi tesadüfe bırakamaz. Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesi hakareti suç sayar; alenen işlendiğinde ceza artar.
Telefon titriyor; ekrana düşen üç kelime yılların emeğini gölgeliyor: “Dolandırıcı, sahtekâr, rezil.” Bir paylaşım, bir flood, ardından algoritmanın kör ivmesi… Kalabalığın cesareti artarken sizin sesiniz kısılıyor. Peki ya hukukun sesi? Şunu baştan söyleyelim: Eleştiri demokrasinin oksijeni, hakaret ise demokrasiyi solduran zehirli gazdır. İfade özgürlüğü sınırsız bir kalkan değildir; başkasının onuruna, saygınlığına, özel yaşamına ve adıyla anılan itibarına saplanan her haksız söz, özgürlük değil, ihlâldir.
Önce şu ayrımı berraklaştırmakta fayda var: Eleştiri, olgulara dayanan ve kamusal yararla bağlantılı değer yargılarını içerir; hedefi kişilik değil, davranış ve kararlardır. Sert olabilir, hatta sarsıcı; fakat ölçülü ve rasyonel bir bağ kurar. Hakaret ise kişiyi küçük düşürmeye, onurunu zedelemeye yönelmiş aşağılayıcı ifadelerin toplamıdır. “Bu karar ciddiyetsiz” bir eleştiridir; “Sen haysiyetsizsin” hakarettir. “Şu ihalede menfaat sağladı” iddiası ise ya ispatlanır ya iftiraya dönüşür.
Hukuk, bu çizgiyi tesadüfe bırakamaz. Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesi hakareti suç sayar; alenen işlendiğinde ceza artar. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddeleri, kişilik haklarına yönelik hukuka aykırı saldırıları durdurma ve maruz kalınan zararın tazminini isteme imkânı verir. İnternet ortamında yapılan yayınlarla işlenen suçlarla mücadeleye ilişkin 5651 sayılı Kanun’un 9 ve 9/A maddeleri, suç teşkil eden içeriklerin hâkim kararıyla kaldırılmasını sağlar. Kısacası, ifade özgürlüğü en çok bağıranın kazandığı bir yarış değil; hak ve sorumluluk dengesinin hukukla çizilmiş bir zeminidir.
Peki pratikte ne yapmalı? İlk refleksiniz karşılık vermek olmasın. Delili dondurun: Gönderiyi, kullanıcı adını, tarih ve saati kaydedin; ekran görüntüsünün tamamını alın; bu mümkün değilse kısa bir ekran kaydı. Unutmayın: Noter tespiti, inkâr kapılarını kapatır. İçeriği yaymayın; “Bakın, bana ne dediler” diye dolaştırmak zararı büyütür ve hukuken sizi de risk altına sokabilir. Sakin kalmak, bu çağın en güçlü zırhıdır.
Ardından iki kulvarı aynı anda açın. Birincisi platform içi süreçtir: bildirin, engelleyin, yorumları sınırlayın. İkincisi yargısal yoldur: 5651 m. 9 kapsamında Sulh Ceza Hâkimliğinden içeriğin çıkarılmasını ve erişimin engellenmesini isteyin. Bu, geniş bir sansür değil; hedefi belli bir cerrahidir. Özel hayatın gizliliği ihlâl ise m. 9/A daha hızlı işler. Karar, Erişim Sağlayıcıları Birliği üzerinden dakikalar içinde uygulanabilir; yara kan akarken sarılır.
Eşzamanlı olarak savcılığa şikâyet verin. Hakaret, şikâyete bağlıdır; faili ve eylemi öğrendiğiniz andan itibaren altı ay içinde başvurun. “Anonim” hesaplar gözünüzü korkutmasın: Soruşturma makamları platformlardan IP ve kullanıcı verisi talep eder. Uzlaştırma ihtimali karşınıza çıkabilir; onurunuzun pazarlık konusu olmadığını bilerek, hukuki yararınızı gözeterek karar verin. Öte yandan, TMK 24–25 ve TBK 58 uyarınca manevi tazminat davası, adınızı mahkeme kararıyla aklamanın en net yoludur.
Gelelim ince çizgiye: Eleştiri, kişiyi değil eylemi hedef alır; olgusal bir çekirdeğe yaslanır; değer yargısı içerse bile dayanağını gösterir. “Şu projede şeffaflık eksik” demek eleştiridir; “Şerefsiz” demek hakaret. Bir kamu figürüne yönelik eleştirinin sınırları daha geniş olabilir; fakat bu, aşağılamayı meşrulaştırmaz. İfade özgürlüğü ne bir hakaret lisansı ne de iftira sevk belgesidir. Farkı bilmek sadece nezaket değil, hukuki sorumluluk meselesidir.
Sosyal medyada sık rastlanan iki karanlık alan daha var: doxxing ve taklit hesaplar. Adresiniz, telefonunuz, özel fotoğraflarınız izniniz olmadan yayıldıysa mesele artık sadece hakaret değildir; özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin hukuka aykırı yayılması gündemdedir. Adınızla açılan sahte bir hesap ise kimliğinize saldırıdır. Bu hallerde de delili dondurun, platformu bilgilendirin, hâkim kararı ve savcılık kanalıyla hızla hareket edin; gecikmek zararı büyütür.
Bir de kendimize dönelim. Dijital dilimiz, gerçek hayatta yan yana oturduğumuz birine söylemeyeceğimiz cümleleri kolayca üretir oldu. Bu yüzden klavyeye her dokunuşta şu üç soruyu sorun: Olgu mu aktarıyorum, yoksa yafta mı yapıştırıyorum? Eleştirimin hedefi davranış mı, yoksa kişilik mi? Söylediğimi kamu yararı gerekçelendirebiliyor mu? İnanın, bu üç durak, hem sizi hem karşıdakini korur; ifade özgürlüğünün asıl anlamını, kamusal tartışmanın kalitesini yükseltir.
Son söz: İfade özgürlüğü, başkasının kişilik haklarını zedeleme yetkisi vermez. Tam tersine, özgürlüğü yaşatmanın yolu kişilik haklarını korumaktan geçer. Çünkü onuru korunan insan, eleştiriyi daha sükûnetle duyar; itibarın güvende olduğu bir toplumda söz daha cesur, tartışma daha verimli olur. Sosyal medya bir akvaryum değil, koca bir meydan; yankı odalarında kaybolmadan konuşmanın sırrı da budur. Sözünüzü özgür kılın; ama önce hukuku yanınıza alın.
Sözü yol gösterici bir planla bitirelim: Bugün sizin başınıza gelmediyse bile yarın bir yakınınıza gelebilir. O yüzden; birincisi, dijital temizliğinizi yapın; açık hesaplarınızda kişisel verileri minimumda tutun. İkincisi, ihlâl anında refleks listeniz hazır olsun: delili dondur, platforma bildir, hâkim kararına başvur, savcıya şikâyet et, tazminat yolunu değerlendir. Üçüncüsü, dilinizi eğitin; “sert ama adil” eleştiri alışkanlığı, linç kültürünü kurutmanın en etkili ilacıdır. Dördüncüsü, profesyonel destekten çekinmeyin; bir avukat, hem hız hem isabet kazandırır. Unutmayın: Amaç başkasını susturmak değil, ihlâli durdurmaktır.
Kamuya da bir çağrı yapmakta fayda var: Platformlar şeffaflık ve hızlı yanıt standartlarını yükseltsin; yargı, uzmanlaşmış ve süratli bir hat kursun; eğitim sistemi dijital yurttaşlığı erken yaşta öğretsin. Çünkü hakaretin hızlı cezalandırıldığı, eleştirinin ise teşvik edildiği bir iklimde nefes alırız. İfade özgürlüğü budur: Kişilik haklarını incitmeden gerçeği aramak, güç sahiplerini denetlemek, hep birlikte daha iyi bir dil kurmak. Özgür söz, başkasının onurunu koruduğunda gerçekten güçlenir ve kalıcı olur. Hepimiz için. Bugün.