Kadının beyanı, daha çok soruşturma ve kovuşturma evrelerinin başlaması, yargılama esnasında kanıt niteliğinde olmasıyla geçerliyken masumiyet karinesi ceza yargılamasında bir ilke.

Toplumumuzda kadınlar ve erkekler arasında fiziksel güç ve duygusal dinamizm bağlamında bir eşitsizlik olduğu su götürmez bir gerçek. Bu toplumsal cinsiyet eşitsizliği de şiddeti farklı formlarda doğuruyor. Bu şiddet türlerinden olan cinsel şiddet ise son günlerde gözle görünür şekilde arttı.

Cinsellik ve cinsel şiddet mefhumları arasındaki fark ‘rıza’ temelli olup cinsel şiddetin rızayı etkisiz hale getiren fiillerden oluştuğu da tartışmasız bir gerçek. Bu gerçeklik yasal reformlarda karşılık bularak 2006 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nda cinsel suçların tanımı geniş bir şekilde ele alınmasını sağladı. Önceki ceza kanunumuzda aileye karşı suçlar bölümünde düzenlenen bu suçlar yeni Türk Ceza Kanunu’muzda kişilere karşı suçlar kısmında düzenleniyor.

Cinsel suçlar farklı şekillerde gerçekleşiyor. Bunun son günlerde sosyal medyada yayıla ifşalama hareketlerinde de görebiliyoruz. Cinsel suçlardan özellikle de cinsel taciz suçu kapalı kapılar ardında yaşanıyor. Genellikle mağdur ve failin yalnız olduğu ortamlarda işlendiği için de bu suçun delili veyahut tanığı olmuyor. Bu sebeple ispatı da oldukça zor. Bu bahisle diyebiliriz ki bu durumlarda mağdurun hakikati göstermek için sözünden başka bir şey kalmıyor. Buna da ‘beyan’ diyoruz.

Bu noktada “Kadının beyanı esastır” ilkesine değinmek gerekir. Kadının beyanı esastır ifadesinden ne anlaşılması gerektiği üzerine kadın hareketi arasında da farklı görüşler bulunmakta:

1. Tüm yargılama süreçlerinde uygulanması gerektiğini savunanlar: Bu görüşe göre kadının beyanı, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında esas alınmalı çünkü kadınlar kendilerini ifade ederken toplumun mağdur suçlayıcı tavrı nedeniyle ikinci kez mağdur hissetmekteler.

2. Bazı durumlarda kanıtın da gerekli olabileceğini savunanlar: Bu görüş ise beyanın tek başına her zaman yeterli olmayabileceğini, bazı hallerde kanıtın zorunlu olduğunu ileri sürmektedir.

Bu tartışmanın sebebi kadınlar arasındaki ideolojik ayrışmalar değil; cinsel suçların genellikle kapalı kapılar ardında işleniyor olmasındandır. Burada esas ele alınması gereken husus, ispatı mümkün olmayan cinsel suçlarda mağdurun beyanının kanıt niteliği taşıyıp taşımadığıdır. Şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki bu ilke yalnızca cinsel suçlar için geçerlidir, diğer adli suçlarda uygulanmaz.

Bu türden cinsel suçlarda mağdur kadın olabileceği gibi çocuk da olabilir. Dolayısıyla söylemde bir eksiklik bulunmakla birlikte doğru tabir ‘mağdurun beyanı esastır’ şeklinde olmalı.

Ceza yargılaması uyuşmazlık konusu olayın ne şekilde gerçekleştiğine dair deliller vasıtasıyla inşa edilmiş gerçekliktir. Ceza yargılamasında ‘resen araştırma’ ilkesi uygulanır. İddialar, deliller tek tek araştırılarak insan haklarına uygun hareket edilir. Bunun olağan sonucu olarak sanığa bazı hak ve yetkiler verilir. Bunlardan en önemlisi şüphesiz ‘masumiyet karinesi’dir.

Masumiyet karinesi bir kişinin suçu sabit oluncaya kadar o kişiye suçsuz gibi davranma ve suçsuz olduğunu varsaymaktır. Bu yüzden kovuşturma aşamasında şüpheli, yargılama aşamasına sanık, cezayı aldıktan sonra suçludur.

Kadının beyanı, daha çok soruşturma ve kovuşturma evrelerinin başlaması, yargılama esnasında kanıt niteliğinde olmasıyla geçerliyken masumiyet karinesi ceza yargılamasında bir ilke. İkisi farklı eksenlerde olduğu için beyanın, masumiyet karinesini tam anlamıyla ortadan kaldırabileceği söylenemez. Beyan yargılama sürecini hızlandırarak kanıt niteliği taşıyabilir.

Yargılama aşamasında sanığın sığındığı bir diğer kurum da ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’dir. Yargıtay da dâhil olmak üzere mahkemeler olayın bağlamına bakarak ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesine rağmen bazı ölçütlerden hareketle kadının beyanını tek başına kanıt olarak kabul edebilmektedir. Bu ilke yargıtayın eskiden beri içtihatlarında kullanılmış olup asıl amaç zayıfı, mağduru korumaya yöneliktir.

Yargılama sırasında bu ilkeye başvurulurken bağlam çok önemlidir; yani olayın neden ve niçin gerçekleştiği dikkate alınır. Kadınların bu beyandan herhangi bir menfaatleri olup olmadığı da yargılama yapılırken hakimlerce göz önüne alınıyor. Kaynak, delil bulunamayan durumlarda kadın beyanı esas alınırken kadının bu durumdan menfaati olup olmadığı detaylıca konuşulur. Aynı gerekçelerle, soruşturma açılması da talep edilebilir. Hatta bazı savcılar, şikâyet veya talep olmasa bile doğrudan soruşturma başlatabilir.

Bu bağlamda “kadının beyanı esastır” ilkesi ile ceza yargılamasının temel ilkeleri arasında bir ilinti olması gerekir. Başka bir söyleyişle, ceza yargılamasının masumiyet karinesi ve şüpheden sanık yararlanır ilkeleri gibi temel ilkelerini, kadının beyanını esas alan uygulamalarla birlikte eritmek gerekir. Böylece mağdurun korunması sağlamış olup hem de sanığın hakları da ihmal edilmemiş olur. Bu denklem mağdurun sözünün kıymetini korur sanığın da adilce yargılanmasını sağlamış olur.