Kendini yenileyemeyen bir enerji kaynağı ile çalışan bir santrali düşünelim, yıllık 2 milyon ton karbondioksit salıyorsa bunu azaltması gerekir. Fakat taslakta bunu azaltmak yerine başka bir yerde oluşturulan karbon kredilerini satın alarak bu mükellefiyetten kurtulmuş oluyor.
İklim Kanunu... İsmi kulağa çok hoş geliyor. Tam da Türkiye gibi iklim değişikliğinden fazlaca etkilenen ve çeşitli mecralarda kuraklık tehlikesinin atlatıldığı bir ülkenin en çok ihtiyacı olan kanunlardan biri. Nedense 23 yıllık iktidar, bu kanunu hayata koymayı şimdi akıl edebilmiş.
Görünüşte iklim krizi ile mücadeleye yeni bir nefes getirecek gibi görünen kanun, konuşulmaya başlandığı ilk dakikalardan itibaren bizi heyecanlandırmıştı. Güya kamu yararı gözetilerek tedbirler alınacak, ekonomide iklim temelli negatif sonuçların önü kesilmeye çalışılacaktı. Yani iklim değişikliği ve türevi krizlerin, sermaye piyasasına etkisinin kırılması önlemeye çalışılacaktı.
Hepimiz şunu kabul ediyoruz ki iklim değişikliği, aşırı sıcaklık artışları, sera gazlarının etkisi sadece daha insana yaraşır bir çevrede yaşama hakkını ihlal etmekle kalmıyor aynı zamanda ekonomik, politik krizlere de kapı aralıyor. Bunun örneklerini çok uzakta aramamak gerekiyor. Yakın geçmişte Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat ve Dicle Nehirleri üzerindeki su taksimi meselesi ciddi diplomatik krizlere sebep olmuştu. Türkiye’nin suyu kontrol etmek için inşa ettiği barajlar; nehrin aşağısında bulunan Ortadoğu’da suya erişimi etkilemişti. Suya erişim tarımsal faaliyeti ve en çok da enerji politikalarına etki ederek diplomatik krizleri de beraberinde getirmişti.
Yine başka bir örnek olarak suya erişimin ve kuraklık riskinin çok olduğu Etiyopya, Mısır ve Sudan arasında seken Hedasi Barajı krizi, ulusal bir güvenlik sorunu haline gelerek yine insanları huzursuz etmişti.
Tekrar Türkiye coğrafyasına dönecek olursak iklim kanunu ile sanayi, tarım, hayvancılık gibi alanlarda düzenleyici ve koruyucu önlemler de alınacaktı söylenene göre. Biraz daha yakından incelediğimizde bir de ne görelim: Bu kanun teklifi tamamen karbon piyasasına odaklanmış, karbon piyasasının bekçiliğini yapmaya soyunmuş.
Taslak sanayi tesisleri ya da santraller gibi büyük miktarda karbon salınımı yapan kuruluşlara emisyonlarını azaltmak yerine "karbon kredisi" satın almak gibi kestirme bir yol göstererek sadece günü kurtarmalı çözümler üretmeye çalışıyor, sürdürülebilir değil.
Kendini yenileyemeyen bir enerji kaynağı ile çalışan bir santrali düşünelim, yıllık 2 milyon ton karbondioksit salıyorsa bunu azaltması gerekir. Fakat taslakta bunu azaltmak yerine başka bir yerde oluşturulan karbon kredilerini satın alarak bu mükellefiyetten kurtulmuş oluyor. Yani kendilerince al ver taktiği uygulayarak bu hesabı kapatıyor. Bu taslak karbon emisyonlarını azaltma gayesi yerine karbon ticareti sistemi inşa etme odaklı…
Bu taslakta gözümüze çarpan bir başka nokta da şu: Sera gazı salınımını azaltmak amacıyla hayvancılık faaliyetlerinin kısıtlanabileceği hatta hayvanların itlaf dahi edilebileceği…. Biyolojik olarak bir tartışmaya gerek olmasa da şunu netlikle belirtmek gerekir: Hayvancılık hepimizin bildiği üzere Anadolu’da genel bir geçim kaynağı, lokal ekonominin net bir şekilde göz ardı edildiği ortada. Bu tasarının hayata geçmesi çiftçiler açısından ekonomik olarak bir kere ağır bir darbe. Çünkü bu insanların temel motivasyonu her an elinden alınma endişesi ile tehdit altında.
İklim krizi tek düzlemde ele alınabilecek bir kriz değil. Dünyanın nerdeyse her yerinde buna yönelik çalışmalar ve mutabakatlar yapılıyor. En yaygın olan Paris İklim Anlaşması, Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmak kaidesi ile net bir tutum ortaya koyuyor. Yine Avrupa birliği, 2021 yılında kabul ettiği iklim yasası ile 2030 yılına kadar sera gazını %55 oranında azaltmak, 2050 yılında ise sıfır emisyon hedefi ile yürüyor. Brexit çıkışı ile Avrupa Birliğinden kapıyı çarpıp çıkan Birleşik Krallık da net bir şekilde ortaya koyduğu karbon bütçelerini uygulamakta. Fakat dönüp kendi taslağımıza baktığımızda hedef tarihleri, ortalama hedef yüzdeleri, sektörel bağlayıcılık gibi değişkenlerin çok silik olduğunu görüyoruz. Bu da ortaya konacak politikaların gerçekliğini sorgulatır bir hale geliyor.
TBMM’ye sunulan bu kanun teklifi üzerine konuşan bazı milletvekilleri böylesi kritik bir konu üzerinde çeşitli talimatlarla komisyonlarda yeterince konuşulmasının önü kesilerek ortak bir mutabakata varılmasının engellendiğini de eklediler. Büyüyen toplumsal tepkiler üzerine geri çekilen kanun teklifi toplumun her kesiminden bireyleri ilgilendiriyor. İlerleyen günlerde komisyonlarda daha detaylı bir şekilde tartışılacağını umduğumuz kanun teklifi ile ilgili olarak başta çiftçiler, iklim aktivistleri, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin ilgili bölümlerinden görüş alınması zorunlu bir bağ taşıyor. Bu konu üzerinde ortak bir mutabakata varılması gerekiyor.