Ne var ki bu durum muhtemelen ilk etapta Erdoğan’da bir endişe oluşturmadı çünkü yeni genel başkan Özgür Özel de liderlik özellikleri bakımından Kılıçdaroğlu’ndan farklı bir figür gibi durmuyordu.
19 Mart’taki yargı darbesinden beri sık sık yazıyorum: 2016’dan beri Erdoğan siyasi iktidarını arka kapı yöntemlerle muhalefeti dizayn ederek korumakta.
2015’e kadar Erdoğan ve AKP seçimleri büyük oranda kendi başarısıyla kazanmaktaydı. Ancak bu noktadan itibaren aniden olmasa da yavaş yavaş halk desteğinde azalmalar başladı. Bu azalma ilk olarak kendisini 7 Haziran 2015’teki genel seçimde gösterdi. Hatırlanırsa bu seçimde AKP tek başına meclis çoğunluğunu kaybetmişti.
O seçim yasal kılıfına uydurulup aynı yıl içerisinde tekrarlatılarak iktidar bir şekilde korundu ancak halk desteğindeki düşme artık başlamıştı. Bu düşme durumu özellikle 2017’de başkanlık sistemine geçilip ekonominin gittikçe bozulmasına paralel bir şekilde adım adım arttı.
Muhalefetin dizayn edilmesi de tesadüfi olmayan bir biçimde aynı tarihlerde başladı.
2016’da, MHP’nin normal şartlarda parti-içi muhaliflerin Bahçeli’yi genel başkanlıktan devireceği neredeyse kesin olağanüstü kongresinin “ilginç” bir yargı kararıyla iptali ve bu şekilde Bahçeli’nin MHP’nin başında tutulması; aynı şekilde, aynı yıl içerisinde, başta Demirtaş olmak üzere Kürt hareketinin siyasetçilerine yönelik tutuklamalar yapılması ve bu şekilde parti içerisinde “Apocu” kanadın önünün açılması, bu dizaynın örnekleri olarak karşımıza çıktılar.
CHP’ye yönelik ise 2020 yılına dek herhangi bir dizayn girişimi olmadı. Çünkü, CHP’nin başındaki Kılıçdaroğlu liderlik karizması olmayan bir siyasetçi olarak Erdoğan için zaten bir tehdit değildi. Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP aslında bir “fiili kontrollü muhalefet” idi.
Ancak bu durum 2019’daki yerel seçimden sonra değişti. Ekonomik bozukluklardan kaynaklı olarak iktidara yönelik tepki CHP’nin doğru adaylarla yarışa girmesi ile birleşince yerel seçimde muhalefet kısmi bir başarı kazandı. Özellikle İstanbul’u kazanan İmamoğlu ve Ankara’yı kazanan Yavaş’ın isimleri 2023’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri için erkenden geçmeye başladı.
İşte CHP’yi dizayn çabası tam da bu noktada başladı. Erdoğan, ekonomik koşulların gün geçtikçe bozulduğu bir ortamda karşısına yeni ve güçlü bir rakip çıkarsa seçimi kaybetme ihtimalinin yüksek olduğunu görmekteydi. Bu noktada rejim, İmamoğlu veya Yavaş’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun aday olabilmesi için arka kapıdan dizayn müdahelelerini bu defa CHP için başlatmış gözüküyor. CHP’nin hizipler mücadelesinin yoğun yaşandığı iç yapısı da böyle bir müdahaleye müsaitti çünkü özellikle Kılıçdaroğlu’nun çevresindeki hizip cumhurbaşkanlığı makamına İmamoğlu veya Yavaş’ın gelmesi durumunda kendi parti-içi menfaatlerinin zedeleneceğini düşünüyordu.
Büyük ihtimalle rejimle bağlantılı bu “Kılıçdaroğlu lobisi” genel başkanlığın gücünü kullanarak İmamoğlu ve Yavaşı’ı cumhurbaşkanlığı yarışından ekarte etmeyi başardı. Bunu yaparken rejimin İmamoğlu’na siyasi yasak getirmeye yönelik “ahmak davası” gibi asistlerinden de yararlandı. Bu şekilde Kılıçdaroğlu lobisi ve rejim el birliğiyle Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını hazırladı ve sonunda da Kılıçdaroğlu planladıkları gibi seçimi kaybetti.
Ancak, seçim sonrasında pek hesapta olmayan bir şey oldu. Genel seçim sebebiyle adeta travma yaşayan muhalif tabanın büyük tepkisi sonucu aynı yıl içerisindeki kurultayda Kılıçdaroğlu genel başkanlığı kaybetti.
Ne var ki bu durum muhtemelen ilk etapta Erdoğan’da bir endişe oluşturmadı çünkü yeni genel başkan Özgür Özel de liderlik özellikleri bakımından Kılıçdaroğlu’ndan farklı bir figür gibi durmuyordu. Zaten 2023’teki genel seçim yenilgisinden sonra muhalefet iyice dağılmış, 2024’teki yerel seçimde birlik dahi yapamamıştı.
Ancak yerel seçim, iyice derinleşen ekonomik bozulma, CHP’deki değişim ve seçime doğru adaylarla girme gibi faktörlerin etkisiyle CHP açısından açık bir zafer, Cumhur İttifakı açısından ise açık bir yenilgi oldu. Öyle ki, AKP kurulduğundan beri 20 sene sonra ilk kez ikinci parti konumuna düştü.
Muhtemelen Erdoğan’da ve rejim içerisinde endişeler bu noktadan sonra arttı. Çünkü yerel seçim sonucu gelecekteki genel seçimin de bir fragmanıydı.
Dikkat edilirse, Erdoğan yerel seçimden hemen sonra bir “normalleşme” süreci başlattı. Bu süreç aslında Özgür Özel’den Kılıçdaroğlu benzeri bir kontrol muhalefet yaratma girişimiydi.
Görüşmelerde ilk etapta Özel de rejimin kontrollü muhalefeti olmaya istekliymiş gibi bir intiba oluştu. Ancak bugün anlaşılıyor ki Özel rejimin kendisinden talep ettiği bu yola girmemiş.
Özel’in bu yola girmemesi ya da en azından Kılıçdaroğlu gibi İmamoğlu’nu sınırlamaması ve onun cumhurbaşkanlığı adaylığının önünü kesmemesi, popüleritesi ve halk desteği gittikçe artan İmamoğlu’na karşı rejim içerisinde erkenden önlem alma gereği doğurdu ve o güne kadar hep “arka kapıdan” yürüyen dizayn süreci bu defa ilk kez mecburi olarak “ön kapıdan” yani aleni olarak kamuoyu önünde yapılmaya başlandı. 19 Mart’tan beri süregelen yargı operasyonları işte bu sürecin bir parçası.
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından iktidar, sözcüleri üzerinden Özel’e “İmamoğlu’nu yalnız bırak, rutin muhalefete geri dön” çağrıları yapmaya başladı. Çünkü İmamoğlu’nun siyasi denklemden çıktığı bir ortamda Erdoğan seçimleri tekrardan kazanabileceğini düşünmekte. Ancak, Özel şu aşamaya dek bu çağrılara hiçbir şekilde olumlu yanıt vermiş değil.
İşte 19 Mart’tan beri gündemimizde olan “CHP kurultayının iptali” davasını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Özgür Özel, iktidar değişikliği iddiasından vazgeçmediği, bu doğrultuda İmamoğlu’nu yalnız bırakmadığı için rejim CHP’nin başına eski fiili kontrollü muhalefet olan Kılıçdaroğlu yönetimini getirmeye çalışıyor. Ve maalesef ki Kılıçdaroğlu ve çevresindekiler de bu durumda herhangi bir sakınca görmüyor. Bu şekilde partinin başına geçecek olmaktan utanç duymuyorlar.
CHP’deki olası bir “kurultay iptali” kararının ekonomide tekrar bir şok etkisi yaratacağı ve yeni yönetimin CHP içerisinde hiçbir meşruluğunun olmayacağı gibi faktörler nedeniyle rejim şimdilik bu kararı alamadı. Ama yarın almayacağının hiçbir garantisi yok. Ve CHP’nin başına Kılıçdaroğlu yönetiminin gelmesi aslında seçimle iktidar değişikliği kapısının da fiilen büyük oranda artık kapandığı anlamına gelmekte.
O yüzden hem CHP hem de muhalif taban bu işi çok ciddiye almalı.