Küresel denge değişiyor.
Bu değişimin başat aktörü ise Çin.
Çin'in üretim gücüyle yarattığı refah, tüm ülkeleri 20 yılı aşkın bir süre boyunca düşük vergilerle büyük kamu hizmetleri sunabileceği bir modele yönlendirdi.
Fakat bu sistemin görünmeyen yüzü, Çin’de açlıktan kaçmaya çalışan milyonların kabul ettiği ağır yaşam koşullarıydı.
Sonra ABD’nin 2007 Mortgage Krizi tüm hikâyeyi değiştirdi.
ABD ekonomisini ayakta tutmak için FED bilanço genişlemesine giderek mevcudun 11 katı para bastı.
1970’lerde dünyaya dolar dayatan ABD, bu kez kendi dayattığı sistemin finansörü haline geldi.
2010’lara kadar neoliberal politikalarla alan genişleten ABD’nin dolar politikaları Çin için tarihi bir fırsat penceresi açtı.
Çin, milenyum başlarında planladığı “Kuşak-Yol Projesi”ni hayata geçirmek için gerekli zemini buldu.
Sonrasındaki hikâyeyi biliyoruz…
Obama, Asya-Pasifik Ticaret Anlaşması ile denge kurmaya çalıştı ancak başaramadı.
Trump ise “geri dönüşü olmayan ufku” görünce sert adımlarla cevap verdi.
Bu süreçte Çin Merkez Bankası’nın dolar rezervlerini azaltıp altın rezervlerini artırdığına tanık olduk.
ABD’nin yüksek borçluluk oranı ve finansın kalbi olmasının getirdiği kırılganlık, Washington’ı giderek köşeye sıkıştırdı.
Bugün FED, bilançosu henüz düzeltmeden gelen faiz indirimleri de aslında “ABD’nin yeni bir zayıflık evresine girdiğini” gösteriyor.
-ABD’nin Yeni Güvenlik Doktrini: Çekil, Yükü Paylaştır, Kıtaları Ayır-
ABD derin aklının hazırladığı yeni güvenlik politikası fotoğrafı çok net:
“ABD kendi kıtasına dönüyor.”
Ortadoğu’dan, Avrupa’dan, Asya’dan adım adım çekiliyor.
Afrika ile yardım merkezli değil, çıkar merkezli ilişkilere odaklanacak.
NATO’nun mali yükü Avrupa’nın omuzlarına yüklenecek.
ABD Doları’nın uluslararası para birimi olarak kalabilmesi için FED’in üzerindeki ekonomik baskının azaltılması gerekiyor.
Bunun da yolu da kamu harcamalarını kısmaktan geçiyor.
ABD, jeopolitik çekilmenin temel motivasyonlarından birini böylece açık etmiş oluyor.
Bu stratejinin ilk emarelerinden birini “Venezuela” üzerinden gördük.
“Narko-terör” söylemi ile yürütülen sert politika, aslında ABD’nin kendi kıtasındaki güvenliği yabancı etkilere kapatma çabası.
Kısacası:
ABD yüz yıl önce denediği Amerika merkezli kıtasal güvenlik paradigmasını yeniden devreye alıyor. Anlatımı da basit:
“Herkes kendi kıtasıyla ilgilensin.”
Bu modelin sonuç üretip üretmeyeceğini birlikte göreceğiz.
Ancak ABD’nin bu adımı, AB’yi, Rusya’yı, Türkiye’yi ve İsrail’i doğrudan etkileyecek.
-Boşalan Jeopolitik Alan: Kim Dolduracak?-
ABD çekilirken bölgede büyük bir güç boşluğu oluşuyor.
Rusya bu boşluğu doldurmak isteyecektir.
Ama ekonomisi buna elverişli değil.
Alacağı her pay, uzun vadede Çin ile kurduğu ittifakı bile riske atabilir.
Avrupa Birliği ise mevcut refah düzenini korumak istiyor fakat Rusya tehdidi ve ABD’nin çekilmesi, Avrupa’da “2029’a kadar Rusya’nın saldıracağı” kanaatini güçlendirmiş durumda.
AB bu nedenle büyük bir savunma fonu oluşturdu.
Fransa’nın savunma tahvilleri çıkarması sürecin ciddiyetini gösteriyor.
İsrail, ABD bölgeden çekilmeden önce agresif hamlelerle mevzi kazanmaya çalışıyor.
Son iki yıldaki saldırganlığın arka planında da bu strateji var.
Bu tabloda Türkiye’nin fırsat alanı hiç olmadığı kadar büyük.
-Türkiye’nin Stratejik Konumu Değişiyor-
Türkiye, NATO’nun doğu kapısı olarak yıllarca çok kritik rol oynadı ve o rol bugün daha da büyüyor.
Terörsüz Türkiye gündemi, ABD’nin yeni güvenlik doktriniyle örtüşüyor.
Suriye kol kanat gerilmesi ve ABD’nin de bu işin bir tarafı yapılması da bunun en büyük göstergesi…
ABD, Suriye’den çekilirken Türkiye’nin bölgesel güvenlikte ana aktör olacağını görüyoruz.
PYD/SDG cephesindeki kırılma, Mazlum Abdi’nin Duhok ziyareti, Abdi’nin "İmralı ile görüşme gerekir" çıkışı ve Türkiye’nin sert tepkisi aslında şunu işaret ediyor:
“Terörsüz Türkiye süreci artık Suriye sahasına taşmış durumda.”
ABD’nin desteğini kısması, PYD’nin manevra alanını daraltıyor.
Türkiye bu boşlukta hem güvenlik hem diplomasi alanında merkezi bir konuma yükseliyor.
-Rusya–AB–Çin Üçgeninde Yeni Hat: Türkiye-
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde en çok etkileyeceği denklem şurası:
Rusya’nın güçlenmesini istemeyen ABD; AB’yi Türkiye üzerinden koruyacak.
Çin’i yalnızlaştırmak isteyen ABD; Türkiye’yi kilit aktör olarak değerlendirecek.**
AB ise güney ve doğuya genişlemek zorunda.
Bu da Türkiye’nin AB hikâyesine geri dönüş kapısını açıyor.
Terörsüz Türkiye süreci bu zemini kolaylaştırıyor.
-İsrail İçin Yeni Sayfa: Zorunlu Normalleşme-
ABD’nin İsrail’i dizginleme çabası, bölgede yeni bir “İbrahim Anlaşmaları 2.0” zemini oluşturabilir.
Fakat bunun için Türkiye’nin rolü kritik.
İsrail’e güvenli bir gelecek haritası ancak Türkiye ve ABD’nin ortak planlamasıyla mümkün olabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin devleti kurulacak açıklaması bu anlamda yükselen tonda devam ediyor.
Kurulacak bir Filistin devleti ile İsrail’in de bölgedeki güvenliği, Türkiye’nin gündemine girecek.
Araplarla tarihi birlikteliği olan Türkiye’nin aynı şekilde Yahudilerle de böyle bir birlikteliği var.
-Türkiye’nin Demografik ve Ekonomik İhtiyacı-
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Aile yılı” çıkışı ve üç çocuk politikasındaki ısrarının nedeni çok açık:
Türkiye 2050’ye kadar bölgede daha aktif bir güç olmak istiyorsa nüfusa ihtiyacı var.
Türkiye’nin sorunu her zaman ekonomiydi.
Ve ekonomik çözüm için ana kaldıraç hâlâ Orta Vadeli Programın başarısına bağlı hale geldi.
Bu program aynı zamanda Avrupa Birliğine girişi için Kopenhag kriterlerini de sağlayacak ön adım olabilir.
Unutulmamalı düşen doları ikame eden altın piyasısını bir de Euro ikame ediyor.
Yönetim zorluğu olsa da Bulgaristan’ı da katılmasıyla hala cazebesini koruyan bir Euro Para Birliği var.
Bu, Türkiye için büyük bir alan açabilecek potansiyel taşıyor.
Türkiye’nin önünde altın yıllar olabilir.
Ancak 2023 seçimlerini kazanmak için yapılan ekonomik hamlelerin faturasının bu altın yılları geciktirme riski de var.
Benden söylemesi…