Hiç birini yapmadığımızdan ötürü zaten dünyanın en uzun programlarından birinin içinde debelenip duruyoruz. Rakamlar var ama plan yok.
Köprülerin ve otoyolların satışına ilişkin haberlerin yalanlanmamasına OVP çerçevesinde 185 milyar liralık özelleştirme hedefi duyurusu eklenince, bugünkü toplantıya ilişkin beklentilerim üzerinden durumu kaleme almak şart oldu.
Daha yedinci ayda y 1 trilyonluk açık veren (2025’de toplam 12 aylık açık 1,2 trilyondu) bütçemiz olunca şaşırmak mümkün değil.
Daha şimdiden imkanız hale gelmiş 2026 enflasyon hedefi de 9 ay kadar sonra yapılacak güncellemelerle unutulacak olmasına rağmen karşımızda kapı gibi dururken bu özelleştirme defterlerinin kurcalanması gayet normal.
Üç yıldır aralıksız iki-üç haftada bir aynı şeyi yazıyorum. Kamu harcamaları durdurulmadan, tüm bakanlıklar bu işe odaklanıp her biri kendi sorumlulukları alanında fiyat artışlarının önüne geçmek için projeler oluşturmadan, her biri tasarruf kelimesini bir dakika bile aklından çıkarmayacak şekilde gündemine koymadan ve tabi tüm paydaşları organize edecek maliye bakanlığı bütçeyi bu planların üzerine inşaa edilecek bir master plana uygun şekilde bizzat kendisi yapıp yönetmeden bu enflasyonla mücadelesi romanı daha çok uzar…
Hiç birini yapmadığımızdan ötürü zaten dünyanın en uzun programlarından birinin içinde debelenip duruyoruz. Rakamlar var ama plan yok.
Her hafta yeni bir vergilendirme haberiyle gündemimiz renklense de ilerleme kaydedemiyoruz. Çünkü harcamaların dışında kalan enstrümanlarla mücadelede başarılı olmaya çalışıyoruz. Tek kelimeyle imkansız.
%19’a yükselttiği faiz oranı sonrası “faiz lobilerine hizmet ediyor” beddualanan Syn. Ağbal’dan sonra indirme operayonlarıyla öyle bir cenderenin içine düştük ki tekrar yükseltmeye başladığımızdan bu yana 3 trilyon faiz ödedik. Ülkenin kaynakları heba oldu. Üstelik daha parçaladığımız %19 basamağına dünyalar kadar uzaktayız…
Hem halk yoruldu hem yönetim. Seçime kadar gemiyi yüzdürmekten başka bir samimi niyetlerinin olduğuna inanmıyorum.
Yine de dostlar alışverişde görmeli.
25 Ağustosta aylık öncü verilen iyi olmadığını, %1,8 ile %2 civarı bir aylık enflasyon gelebileceğini, bunun da bazıları tarafından açıktan ve yüksek sesle dillendirilen 300-350 puanlık indirimlerin önünü tıkayacağını ve ısrarla enflasyon hedeflemesi meselesi üzerinde konuşan merkez bankası yetkililerinin elini kolunu bağlayacağını yazmıştım.
Ağustos verisi rakamlar üzerinden çalışanların beklediği üzere %2 civarı geldi. Yani 300 ve üzericilerin pek şansı kalmadı. O günden beri ifade ettiğim üzere 200 puan çok daha makul bir yere oturdu. Aslına bakarsanız hiç yapılmasa sırf şu yukarıda yazdıklarımdan ötürü haklı olunur fakat piyasa şu an bu indirim beklentisine adeta ölüm kalım gibi bakıyor. Bu da siyasetin de merkez bankasının da işini zorlaştırıyor. 100 puan yapılıp geçilse desek bu beklentiyi o da karşılamıyor. Sadece bu yıl 75 bin esnaf kepenk kapattı. Sanayi ise son iki yılda 200 binden fazla istihdam kaybetti. Ayakkabıcısı, tekstilcisi, turizmcisi derken her sektör yöneticisinden çalışanını bakışlarını kısmış şekilde indirim bekliyor.
İşler böyle olunca en makul zemin 200 baz puanlık zeminde gibi görülüyor. Bu zeminde yol alınacaksa bir sonraki toplantıda da 200 geldikten sonra artık bekleme dönemi başlar ki enflasyon hedeflemesi programı devam edecekse en makul yol haritası da bu zaten.
Bunlarla beraber “CHP davası öncesi piyasaya ve topluma bir sus payı olsun diye 250 hatta belki 300 puan için siyaset talepte bulunur mu?” diye bir düşünsek Ağbal sonrası dönemde o kadar acayip kararlarla karşılaştık ki, artık “olmaz öyle saçma şey” bile diyemiyorum.
Başka bir acayipliğe daha alıştık.
20 seneden fazladır partisi, makamı, derecesi, görevi her ne olursa olsun herhangi bir siyasetçinin en basit bir konuda dahi olsa “hata yaptım” dediğini görmemeye alıştık mesela.
Türkiye’nin refah seviyesinin en yüksek olduğu dönemde ekonominin başında olan isim geçen gün yazımıza girizgah olan meseleyle yani özelleştirmelerle alakalı samimi bir özeleştiri yaptı.
Vatandaş çok uzun süredir böyle bir durumla karşılaşmamış olduğundan önce şaşırdı. Sonra trollerin görünüşte büyük hakikatte klavye sahtekarlığına dayalı olduğundan saman alevi formundaki eleştirilerinden gündemde tutuldu.
Bu tip meselelerde gerçekten sıradan bir vatandaşa ait olduğuna inandığım yani moda tabirle “yumurta hesap” olmadığına inandığım hesapların yorumlarına çok dikkat ederim.
Ne yazık ki bu ve bu tip meselelerde yorum yapan vatandaşlar için siyaset adeta bir takım tutma hatta holiganca bağlı olma seviyesine düşmüş.
İçlerinden biri bile her gün bize “ha düştü, ha düşüyor” diye anlatılan enflasyon hikayeleri doğruysa, “ekonomi uçacak, dünya bizi kıskanıyor” iddiaları gerçekse biz bu köprüleri ve otoyolları niye satıyoruz, diye düşünmüyor…
Türkiye’nin refah seviyesinin en yüksek olduğu dönemin ekonomi patronuna, yani bugün o trollerin savunduğunu iddia ettikleri oluşumun tüm Türkiye’den ve dünyadan takdir topladığı dönemdeki versiyonunun kurucularından birine; insanlara türlü iftiraları atmak, kamuoyu oluşturmak ve gerektiğinde insanımızı manipüle etmek için para alan üç beş adı sanı dahi belli olmayan tel maşadan cesaret alıp hiç anlamadıkları ekonomi meselesi üzerinden ahkam kesiyorlar.
Halbuki dünyanın tüm demokratik ve Amerika gibi medeniyetsiz gelişmemiş ülkelerinde bu tip örnekleri çokça var olduğundan kimse bunlara şaşırmıyor. Aksine vatandaş ve gazeteciler yöneticileri sıkıştırıyor. İnsani bir şekilde kimseyi aptal yerine koymaya yeltenmeden iyi niyetlerinin ve faydalı amaçlarının çerçevesinde yaptıkları bazı icraatlar hakkında halka açıklama yapıyorlar ve gerektiğinde özeleştiriden kaçınmıyorlar. Yani seçilmişler Tanrı rolüne soyunmadan seçenlerin karşısında asla yanılmayan, asla yanlış yapmayan, asla adaletten sapmayan komik bir tiyatro sergilemeye yeltenmeden sıradan insanlar olarak çıkabiliyorlar.
Hepsi değil tabi, sadece gelişmiş ve demokrat bir ülkede olmak yetmiyor. Bu ülkelerde de Tanrı rolü oynamak isteyen çok var. Fakat kolay kolay alanlarını genişletemiyorlar. Geçmiş kötü tecrübelerden ders çıkarmış insanlar.
Biz mesele demokrasi ve kurumlarını içselleştirme, çoğulculuğu anlama ve kavrama hususunda ne yazık ki bazen siyasetçileri bazen darbeci askerlerin yüzünden geri kaldık. Ülke uzun yıllar ya ekonomik krizlerle boğuştuğundan ya da düşman ülkelerin desteklediği darbeler yüzünden hep geri kaldı. Demokrat olmaya zaman bulamadık. Zaman isteyen, zihinsel manada bir yanı evrimsel olan bir sürece ihtiyaç var.
Yine de böyle bir dönemde ve coğrafyada demokrat tavrından asla vazgeçmeyen, istisnasız her rakibinden farklı olacak şekilde özeleştiri yapabilen, muhteşem bir kariyere sahip, tüm rakipleriyle kıyaslanacak şekilde“hangisi en güvenilir?” sorusuyla muhatap olunsa açık ara adı birinci sırada yazacak olan başarılı bir devlet adamına artık daha farklı bir gözle bakmanın, ülkenin ilerleyen süreçte kendisinin tecrübelerine ihtiyacı olabileceğini düşünmenin, en az özeleştirisi kadar Türkiye’nin ihtiyacı olan ekonomik programı da kendisinden can kulağı ile dinlemenin ve gerçekten bu ülkede neler olduğunu anlamanın yani özetle holiganlıktan, taraftarlıktan kurtulup bunun bir oyun değil memleket meselesi olduğunu anlamanın zamanı geldi diye düşünüyorum...
Kapanışı köprülerle ilgili bir hatırlatmayla yapalım…
Zamanında bunlara Koç ve Ülker ortak talip olmuştu. 7 milyar dolardan aza verilmez denilip izin verilmemişti. Bakalım kaça gidecekler. “Köprüsünü Satan Bilge” operasyonu kaç milyar dolarla kapanacak göreceğiz…