Çalışanların yüzde 80’inden fazlasının asgari ücretin iki katı ve altında bir gelirle yaşamını sürdürüyor olması yapılacak her türlü yüzdesel sapmanın çarpan etkisini ciddi şekilde büyütüyor.

2026 yılı için ilan edilen 28.075 TL’lik asgari ücret, Türkiye ekonomisini salt bir gelir artışı tartışmasının ötesine taşıyarak, ekonomik akıl ile toplumun geçim beklentileri arasındaki kırılgan çizgide yeni bir sınamayla karşı karşıya bırakıyor. Söz konusu tutar, artık yalnızca çalışanların maaşına yapılan teknik bir ayarlama olarak değil, enflasyonla mücadelede izlenecek yolun ve önümüzdeki dönemin makroekonomik tercihlerinin sosyal etkileriyle birlikte kurgulandığını gösteren temel bir politika göstergesi niteliği taşıyor.

Ekonomi yönetiminin enflasyon beklentilerini merkeze alan tercihi, fiyatlar genel düzeyinde kalıcı bir denge kurmayı amaçlarken, eş zamanlı olarak hanehalklarının alım gücünü son yılların en ağır sınamalarından biriyle karşı karşıya bırakıyor. Bu aşamada, istatistiklerin çizdiği tablo ile gündelik hayatın somut koşulları arasındaki açının ne ölçüde kapatılabildiği, izlenen ekonomi politikasının gerçek performansını belirleyen temel ölçüt haline dönüşmüş durumda. Türk-İş’in Kasım 2025 için ilan ettiği 29.828 TL’lik açlık sınırının, asgari ücret düzeyinin üzerinde yer alması ise tartışmanın merkezine oturan ve sosyal etkileri bakımından ciddiyetle ele alınması gereken başlıca başlık olarak öne çıkıyor.

Geçmiş deneyimler incelendiğinde, 1980, 1994 ve 2001 gibi derin kırılmaların yaşandığı dönemlerde ortaya çıkan benzer görünümler, ekonomi yönetiminin büyümeden ziyade soğumayı ne kadar öne aldığını açık biçimde ortaya koyuyor. Buna rağmen söz konusu tabloyu yalnızca bir refah kaybı göstergesi olarak ele almak eksik kalır; aynı zamanda kronikleşmiş enflasyon davranışlarını dizginlemeye yönelik sert ve bilinçli bir tercih olarak okumak da mümkündür. En azından mevcut aşamada bu çerçeve geçerliliğini koruyor.

Hükümet ve Merkez Bankası, geçmiş enflasyonun getirdiği maliyet artışlarını geleceğe taşımak yerine gelecekteki düşük enflasyon hedefine uyumlu bir gelir politikası kurgulamayı tercih ediyor. Bu ileri bakışlı endeksleme yöntemi teorik olarak ücret-fiyat sarmalını durdurmayı amaçlasa da başlangıç noktasındaki açlık sınırı farkı toplumsal dayanıklılığın sınırlarını zorluyor. Çünkü bir önceki sene de %45’e yakın enflasyon rağmen “hedeflenen enflasyon” bayrağı açılıp %30 zam yapılmış ve sene sonuna kadar asgari ücretliler ve komşu ücretliler bu aya kadar bir refah kaybı yaşamıştı.

Meselenin bir diğer boyutu da Türkiye’nin ücret yapısındaki kitleselleşme sorunu var elbette. DİSK’in verileriyle somutlaşan asgari ücretli toplumu haline geldiğimiz gerçeği, bu rakamın artık sadece vasıfsız iş gücünü değil, toplumun kahir ekseriyetini doğrudan ilgilendiren bir referans ücret haline geldiğini kanıtlıyor.

Çalışanların yüzde 80’inden fazlasının asgari ücretin iki katı ve altında bir gelirle yaşamını sürdürüyor olması yapılacak her türlü yüzdesel sapmanın çarpan etkisini ciddi şekilde büyütüyor. Yani bu yapı içinde asgari ücretin reel olarak gerilemesi sadece en alt gelir grubunun değil orta direk olarak tabir edilen kesimin de yaşam standartlarının hızla aşağı çekilmesi anlamına geliyor. Eğitimli iş gücü ile giriş seviyesindeki ücretlerin birbirine bu denli yaklaşması, uzun vadede beşeri sermayenin niteliği ve iş gücü piyasasındaki motivasyon dinamikleri açısından korkutucu bir dinamite dönüşme potansiyeline sahip.

Elbette, enflasyon beklentilerindeki ayrışma ise bu politikanın önündeki en büyük bariyer olarak duruyor. Bir tarafta Merkez Bankası’nın bir ay sonra güncellemek zorunda kalacağı %16’lık ara hedefi ve Orta Vadeli Program’ın iyimser senaryoları, diğer tarafta ise reel sektörün ve hanehalkının %50’lere dayanan hissedilen enflasyon gerçeği var. Bu psikolojik uçurum, asgari ücret artışının yeterliliği konusundaki algıyı doğrudan olumsuz etkiliyor.

Sanmıyorum ama eğer 2026 yılı boyunca baz etkisi ve yönetilen fiyatlardaki disiplin sayesinde enflasyon gerçekten %20’lerin altına hızlı bir iniş sergilerse, bugünkü düşük artışın yarattığı tahribat yılın ikinci yarısında bir nebze telafi edilebilir. Ancak gıda ve barınma gibi temel ihtiyaç maddelerinde fiyat artışları beklentilerin üzerinde seyretmeye devam ederse, asgari ücretlinin 2026 boyunca yaşayacağı reel kayıp ekonomik olduğu kadar sosyal bir maliyete de dönüşebilir.

Ekonomi yönetiminin 2026 stratejisinde, tüketici sepeti güncellemeleri, yeniden değerleme oranlarının görece düşük tutulması ve ithalat politikalarıyla fiyat baskılanması gibi enstrümanların daha etkin kullanılacağı şimdiden açıkça anlaşılıyor. Bu kontrollü soğuma süreci, iş dünyasının fiyatlama davranışlarını disipline etmeyi hedeflerken hanehalkının alım gücünü bir tür istikrar çıpası olarak konumlandırıyor. Yani enflasyonu düşürmenin ana yakıtı, bu senaryoda iç talebin sert bir şekilde kısılması oluyor. Ancak burada enflasyonun düşmesi, tek başına toplumsal refahın geri gelmesi için yeterli midir, diye de sormak lazım. Geçmiş yılların kayıpları telafi edilmeden varılacak bir düşük enflasyon platosu yoksulluğun kalıcılaştığı bir yeni normal yaratabilir, ki bence en iyi ihtimalle birkaç sene bunu yaşayacağız.

Evet, ekonomi yönetimi kısa vadeli sosyal maliyeti göze alarak uzun vadeli bir enflasyon düşüşü hedefliyor. Rakamlar da bu tercihin çalışan kesim üzerinde ciddi bir baskı oluşturacağını net bir şekilde ortaya koyuyor. 32 ay gibi rekor bir süreye yayılan enflasyonla mücadele süreci 44. ayın sonuna varıldığında, eğer bu acı reçete ile bize %20’nin altını gösterirse bugün yaşanan erime bir şekilde unutulur gider.

Fakat hedeflerin sapması ve bu sene olduğu gibi merkez bankasının yıl başındaki hedefleriyle yıl sonundaki hedefleri arasında %30’lara varan bir itibar açığı oluşması durumunda ise hem reel ücretlerdeki bu tarihi kayıp hem de dar gelirli kesimin omuzladığı yük, toplumsal gelir adaleti tartışmalarını çok daha sert bir zemine taşıyabilir.

Özetle, 2026, Türkiye için sadece bir takvim yılı değil, aynı zamanda iktisat politikasının sosyal vicdanla girdiği en büyük hesaplaşma yılı olacak gibi gözüküyor…