Dün İmamoğlu’na açılan sayısız davadan bir diğerinin duruşması görüldü. Davada İmamoğlu’na savcı Akın Gürlek’e hakaret ettiği ve kendisini tehdit ettiği gerekçesiyle iki ayrı hapis cezası çıktı.

Temelde İmamoğlu’na açılan davaların sayısının ve bu davalarda kendisine ne kadar ceza çıktığının artık bir önemi yok. Çünkü ortada hukuki bir süreç yok. Siyasi iktidar, yani Erdoğan, ne kadar içeride tutmak isterse ve tutabilirse İmamoğlu o kadar içeride kalacak. Soruşturmaların neyden açıldığı veya İmamoğlu’nun neyden ceza aldığı önemsiz. Türkiye’de hukuk devleti olsa İmamoğlu’nun bir gün bile hapis yatmaması gerektiğini aklı başında herkes biliyor.

Ancak, şu dikkate değer: İmamoğlu’nun her duruşması gündemi belirleyen bir siyasi meydan okumaya dönüşüyor.

19 Mart’taki yargı operasyonları ve İmamoğlu ve çevresindekilerin tutuklanmasıyla siyasi iktidarın umduğu Özgür Özel’in İmamoğlu’nu yalnız bırakması ve İmamoğlu’nun yavaş yavaş halk tarafından unutulmasıydı. Ancak bu hesap pek tutmadı. Özgür Özel İmamoğlu’nun arkasında durmaya ve onun tutukluluğunu düzenli mitinglerle gündem yapmaya devam etti. Aynı şekilde, dün gördüğümüz üzere, muhalif kamuoyu da İmamoğlu’nu unutmadı. İmamoğlu’nun duruşmada çekilen fotoğrafları, ifadesi esnasında kullandığı cümleler veya mahkeme salonundakilerle dialogları gündem olmaya devam etti.

Dünkü duruşmanın akıllara getirdiği, İmamoğlu’nun mahkeme salonundan sızdırılan birkaç görüntüsü ve dialogu bile bu kadar gündem oluyorsa, o zaman davalar TRT’de canlı yayınlansa kim bilir ne kadar büyük gündem olacağı.

Zaten bunu bildiği için CHP başından beri İmamoğlu davalarının TRT’den canlı yayınlanmasını istiyor. Aslında hem Bahçeli hem Erdoğan, CHP’yi barış sürecine katabilmek için, bunun olabileceğini ifade eden açıklamalarda bulundular ancak halen atılmış somut bir adım yok.

İktidarın ana amacı Ekrem İmamoğlu’nu aynı Selahattin Demirtaş gibi unuttumak. Demirtaş’ın tutukluluğu 9 yıla yaklaştı ve bu süreçte Demirtaş’ın hem kendi partisi hem de siyaset üzerindeki ağırlığı ister istemez düştü.

Uzun vadede ne olur bilinmez ancak 19 Mart darbesinin üzerinden 4 ay geçmiş olmasına rağmen ne CHP’de ne de muhalif kamuoyunda İmamoğlu’nun köşede unutulabileceğine dair bir emare gözüküyor. En azından, büyük ihtimalle erken yapılacak 2028 Seçimi’ne kadar ben böyle bir şey olacağını sanmıyorum.

Çünkü, İmamoğlu meselesi artık sadece İmamoğlu meselesi olmaktan tamamen çıktı.

İmamoğlu meselesi artık Türkiye’de serbest seçimlerin yapılıp yapılmayacağı meselesi oldu.

İmamoğlu meselesi artık Türkiye’de hukuk devletinin olup olmayacağı meselesi oldu.

Bir ülkenin demokrasi ve adaletten daha öte bir meselesi olabilir mi?

Belki ekonomi olabilir. Ancak ekonomi de bunlardan bağımsız değil. Türkiye gibi petrol ve doğalgaz rezervleri olmayan ve ekonomisi reel üretim ve dış yatırıma dayalı bir ülkede, demokratik meşruluğu olmayan keyfi bir siyasi iktidarın ekonomiyi düzeltebilmesi mümkün değil. Mümkün olmadığını bugünlerde net bir şekilde görmekteyiz ve ilerleyen dönemde de görmeye devam edeceğiz. Gemi bir şekilde yüzdürülmeye devam edilse bile bu iktidar değişmeden Türkiye’de ekonominin tam olarak toparlanabilmesi söz konusu değil.

O yüzden, iktidarın dillendirdiği ve maalesef muhalefetin dar bir kesiminden de zaman zaman destek görebilen “CHP İmamoğlu’nu bıraksın, ülkenin gerçek sorunlarına odaklansın” söylemi ya bilinçli olarak art niyetli ya da olayları doğru okumaktan aciz bir söylem.

CHP’nin İmamoğlu meselesini ikinci plana atması demek “ben iktidara gelmekten vazgeçtim, kontrollü muhalefet olmayı kabul ettim, Erdoğan ömür boyu başkanlık yapabilir, hatta ondan sonra da oğlu rejimi devam ettirebilir” demek.

Bu da açıkça Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin tamamen rafa kalktığı ve CHP’nin de bunu kabullendiği anlamına gelmekte.

Dolayısıyla, önce demokrasi ve hukuk devletini restore edip sonra da bu temel üzerine doğru ekonomi politikalarıyla ekonominin düze çıkartılabilmesi için İmamoğlu’nun serbest kalması bir önkoşul. O olmadan bu diğerlerinin de olması artık mümkün gözükmüyor.

İmamoğlu’nun hapiste kalmaya devam ettiği bir Türkiye’de demokrasiden ve hukuk devletinden söz edilemez.

Ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, barış süreci de bunun istisnası değil.