Devlet, makine sanayisine yönelik uzun vadeli yatırım kredileri, faizsiz Ar-Ge fonları ve KOSGEB benzeri büyüme programlarını daha büyük hacimli bir sanayi politikasıyla birleştirirse Avrupa’dan gelen ara mal bağımlılığı önemli ölçüde azaltılabilir.
Türkiye’nin 2024 dış ticaret tablosu, rakamların sade bir hesaplama olmaktan çıkıp ülkenin üretim mimarisini, enerji bağımlılığını ve teknoloji açığını bütün çıplaklığıyla gösterdiği bir fotoğraf haline gelmiş durumda.
Toplam ithalatın 344 milyar doları, ihracatın ise 262 milyar doları bulduğu bir yılda verilen 82 milyar dolarlık dış ticaret açığının kaynağı birkaç ülkenin ve birkaç mal grubunun etrafında yoğunlaşıyor.
Çin ve Rusya tek başlarına neredeyse toplam açığın yarattığı tüm baskıyı sırtlıyor; diğer büyük pay sahipleri ise İsviçre’nin altın ticareti, Almanya ve İtalya’nın makineleri, Japonya ve Güney Kore’nin ileri teknoloji ürünleri olarak karşımıza çıkıyor.
Tabloyu derinlemesine okuduğumuzda, Türkiye’nin yapısal açıklarının çoğunun enerji, elektronik, makine-teçhizat ve değerli metaller gibi stratejik sektörlerde toplandığını görmek mümkün ve bu durum dış ticaret politikasının yeniden kurgulanması gerektiğini açıkça gösteriyor.
Çin ile yaklaşık 40 milyar dolarlık devasa bir açığın oluşmasının nedeni Türkiye’nin elektronik, cep telefonu, panel teknolojileri, bilgisayar bileşenleri, plastik ara malları ve tekstil hammaddelerinde neredeyse tamamen dışarıya bağımlı olmasıdır.
Üstelik Çin bu ürünleri çok büyük ölçeklerde, çok daha düşük birim maliyetlerle ürettiği için Türkiye’nin mevcut şartlarında birebir karşılık verebilecek rekabetçi bir üretim üssü kurması zor görünüyor. Ancak bu hiçbir çözüm olmadığını da göstermiyor. Elektronik komponentlerde Tayvan ve Vietnam gibi yeni üretim merkezleri, maliyet açısından Çin’e göre daha avantajlı hale gelmeye başladı.
Ayrıca Türkiye’nin kendi elektronik üretimi için bir yarı iletken montaj ve modül üretimi merkezi kurması, Çin’e verdiğimiz açığın tamamını olmasa da en azından 8–10 milyar dolarını kademeli olarak azaltabilir.
Bunun için devletin uzun vadeli ve düşük faizli sübvansiyonlu kredi programıyla elektronik kümelenme bölgeleri oluşturması şart.
Çin ithalatının büyük kısmı son tüketici ürünlerinden değil, üretimde kullanılan ara mal girdilerinden gelmekte. Dolayısıyla da yerli üretim kapasitesi güçlendiğinde hem ithalat azalacak hem de ihracatın niteliği yükselecektir.
Rusya ile dış ticaret açığının temel nedeni hepimizin bildiği üzere enerji bağımlılığı… 36 milyar dolarlık açık neredeyse doğrudan doğal gaz, ham petrol ve petrol türevlerinden oluşmaktadır.
Bu yapısal bağımlılığı kırmanın yolu ithalatı ucuzlatmak değil, Türkiye’nin enerji arzını çeşitlendirmesidir. LNG terminallerinin artırılması, ABD ve Katar gibi ülkelerden çok daha uygun fiyatlı LNG tedariki yapılabilmesini sağlayabilir. Bunun yanında yenilenebilir enerji yatırımlarının daha agresif şekilde sürdürülmesi Türkiye’nin elektrik üretiminde doğal gazın payını düşürerek enerji faturasının doğal yollarla azalmasına olanak tanır.
Devlet yerli üreticilerin yenilenebilir enerji ekipmanı üretimi için uzun vadeli kredi, yatırım teşviki ve alım garantisi sağlarsa orta vadede Rusya’ya olan enerji bağımlılığı belirgin biçimde çözülebilir diye düşünüyorum.
İsviçre ile verilen 14 milyar doları aşan açığın neredeyse tamamı altın ithalatından kaynaklanmakta. Bu durum Türkiye’de altın ticaretinin ve altın talebinin finansal istikrarsızlıklardan beslendiğini açıkça gösteriyor.
Çözüm birilerinin dediği gibi altını yasaklamak değil elbette. Bu çağda böyle bir hareketin olumsuz sonuçlarını saymakla bitiremem. O yüzden düşünmek bile istemiyorum.Mesele o altınları finansal sisteme çekerek ekonomi için kaynağa döndürebilmek.
Türkiye’de kurulan yeni altın bankacılığı modelleri fiziki altının finansal varlığa dönüşmesi için önemli bir zemin sunuyor. Altın talebi daha çok tasarruf davranışından kaynaklandığı için finansal ürünlerin alternatif getiri sağlayacak güvenli modellerle çeşitlendirilmesi altın ithalatını doğal olarak azaltacaktır.
Aynı zamanda rafineri kapasitesinin artırılması ve hurda altının geri dönüşümünün teşvik edilmesi İsviçre ithalatını belirgin biçimde aşağı çeker.
Güney Kore ve Japonya ile oluşan açık ise tamamen ileri teknoloji ve otomotiv sektöründen kaynaklanıyor. Türkiye, yıllardır otomotiv üretiminde güçlü bir ülke olmasına rağmen, ürettiği otomobillerin motor, elektronik beyin, çip ve batarya gibi en kritik bileşenlerini ithal ediyor. Bu nedenle otomobil üretimi ihracat getirirken bile ithalat bağımlılığını artırıyor.
Türkiye’nin bu durumda yapması gereken, Güney Kore’nin 1990’lardan itibaren uyguladığı modelin bir versiyonunu kendi topraklarında kurmak olmalıdır. Batarya hücresi, batarya yönetim sistemleri, çip üretimi ve yüksek teknoloji otomotiv bileşenleri için devlet destekli mega yatırım bölgeleri oluşturulabilir.
Bu yatırımların 15–20 milyar dolarlık uzun vadeli krediyle finanse edilmesi, bugün verilen 20 milyar doları aşkın teknoloji ve otomotiv kaynaklı yıllık açığın önemli bölümünü eritme potansiyeline sahiptir.
Almanya, İtalya ve Fransa ile verilen açık, Türkiye’nin sanayi üretimindeki yapısal ara mal bağımlılığıyla ilgilidir. Bu ülkelerden yüksek yoğunluklu makine, kimya, plastik ve metal işleme ekipmanı ithal eden Türkiye, ihracatta güçlü olsa bile ara mal ithalatı büyüdükçe açığı azaltamamakta.
Çözüm kendi makine sanayisini ölçeklendirmektir. Türkiye’nin makine üreten firmaları halihazırda dünya pazarlarında rekabetçi olmakla birlikte ölçekleri küçük.
Devlet, makine sanayisine yönelik uzun vadeli yatırım kredileri, faizsiz Ar-Ge fonları ve KOSGEB benzeri büyüme programlarını daha büyük hacimli bir sanayi politikasıyla birleştirirse Avrupa’dan gelen ara mal bağımlılığı önemli ölçüde azaltılabilir.
Nihayetinde bugünkü dış ticaret açığının yaklaşık %25’i sadece Avrupa’dan gelen yüksek kalite sanayi ekipmanı ithalatından kaynaklanmaktadır.
ABD ile verilen açık düşük olsa da bu ülkeden yapılan ithalat genellikle uçak parçaları, savunma sistemleri ve yüksek teknoloji bileşenleri olduğu stratejik ağırlığıyla değerlendimek lazım
Türkiye’nin bu alanda yapabileceği tek şey savunma sanayisini daha da yerlileştirerek ABD’den alınan yüksek maliyetli sistemlerin sayısını azaltmak. Bu jeopolitik bağımsızlığımızı da güçlendirecek bir hedef.
Sonuç olarak Türkiye’nin dış ticaret açığı birkaç ülkeye ve birkaç mal grubuna yoğunlaşmış durumda. Enerjide çeşitlendirme, teknolojide yerli üretim, altın ticaretinde finansal entegrasyon, Avrupa’dan gelen ara mal bağımlılığında sanayi ölçeklendirmesi ve elektronik sektöründe yeni tedarik zincirlerine açılım gibi politikalarla Türkiye, dış ticaret açığını 3–5 yıl içinde kalıcı biçimde 30–40 milyar dolar bandına çekebilecek potansiyele sahip.
Devletin sübvansiyonlu kredi programlarıyla yatırım maliyetlerini hafifletmesi ve özel sektörün küresel değer zincirlerine entegre edilmesi bu sürecin temel taşları...