Kayyım atamaları, Türkiye’de yerel yönetimlerin anayasal güvenceden yoksun biçimde merkezi yönetim denetimine alınması anlamına gelmiştir.
2024 yerel seçimlerinde Esenyurt halkının %54,67 oy oranıyla belediye başkanı seçtiği Prof. Dr. Ahmet Özer’in görevden alınması, yalnızca bir bireyin hak kaybı değil; Türkiye’nin demokratik rejiminin, anayasal düzeninin ve yerel özerklik anlayışının doğrudan test edildiği bir olay olarak tarihe geçti. Bu kapsamda, biz vekilleri olarak 1 Aralık 2024 tarihinde İstanbul 9. İdare Mahkemesi nezdinde açtığımız dava, artık yalnızca bir yürütmenin durdurulması talebi olmaktan çıkmış, sistemsel bir anomaliye karşı yapılan anayasal bir itiraza dönüşmüştür.
Ve bugün geldiğimiz noktada, 29 Mayıs 2025 tarihli ara kararla mahkemenin, Belediye Kanunu’nun 45/2 ve 46. maddelerinin Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatine vararak Anayasa Mahkemesi’ne başvurması, bu itirazın haklılığını kurumsal düzeyde tescil etmiştir. Mahkemenin somut norm denetimi yoluna gitmesi, yalnızca bir hukuk tekniği değil; demokratik bir direnişin, özgürlükçü demokratik arayışının yargısal ifadesidir.
Mahkeme, sadece kanun denetimi yapmadı; anayasayı hatırlattı
İstanbul 9. İdare Mahkemesi, normlar hiyerarşisine dair klasik bir denetim mekanizması işletmenin ötesine geçti. Kararında açıkça, görevden alınma işleminin Anayasa'nın 127. maddesinde belirtilen "görevle ilgili bir suç" şartını karşılamadığını vurguladı. Ayrıca, Belediye Kanunu’na 674 sayılı OHAL KHK’sı aracılığıyla eklenen ilgili hükümlerin, belirsiz ve muğlak kavramlara dayanarak seçme-seçilme hakkını keyfi biçimde sınırladığını ifade etti.
Özellikle 45/2. madde ile getirilen "terör suçu kapsamında yürütülen soruşturma" ifadesi, açık ve net olmayan içeriğiyle, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesiyle, 13. maddesindeki ölçülülük ve belirlilik ilkesiyle ve en önemlisi 67. ve 127. maddelerinde düzenlenen siyasi hak ve yerel yönetim hakkıyla doğrudan çelişmektedir. Mahkeme kararında bu ilkelerin birlikte değerlendirilmesi, anayasa bütünlüğü ve çoğulcu demokrasi açısından son derece önemlidir.
AYM’nin içtihatları ışığında kuvvetli bir kabul ihtimali bulunmaktadır
Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadı uyarınca, suç ve kabahatlerin tanımlarının açık, belirgin ve öngörülebilir olması, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında zorunlu bir şarttır. Mahkeme, belirsiz, muğlak ve kapsamı net olarak çizilmemiş suç tanımlarına dayanılarak siyasi haklara müdahale edilmesinin hukuk devleti ilkesi ve demokratik toplum düzeniyle bağdaşmadığını istikrarlı biçimde vurgulamaktadır. Bu doğrultuda, siyasi haklara yapılacak herhangi bir müdahale ancak görevle doğrudan bağlantılı somut suç isnatları ve kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla mümkün olabilir.
İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin Anayasa’ya aykırılık iddiasında kullandığı gerekçeler, belirlilik ilkesi, demokratik toplum gerekleri, temel haklara saygı ve ölçülülük ilkeleri açısından Anayasa Mahkemesi’nin mevcut içtihadıyla ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla tutarlılık göstermektedir. Bu sebeplerle söz konusu düzenlemelerin iptal edilme ihtimali hukuken güçlüdür.
Kayyım uygulamalarına hukuki fren: kamusal tartışmanın yolunu açacak bir süreç
Kayyım atamaları, Türkiye’de yerel yönetimlerin anayasal güvenceden yoksun biçimde merkezi yönetim denetimine alınması anlamına gelmiştir. Belediye Kanunu’nun 45 ve 46. maddelerine dayanak oluşturan 674 sayılı KHK, olağanüstü hâl sona ermesine rağmen etkisini sürdüren normlar arasındadır. Bu durum, Anayasa'nın 15. maddesinin olağanüstü hal ile sınırlı yetki rejimi anlayışına da aykırıdır.
Özellikleri Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi ile Venedik Komisyonu'nun raporları, Türkiye'de kayyım uygulamalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin serbest seçim hakkına ilişkin güvenceleriyle bağdaşmadığını net biçimde ortaya koymaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin bu doğrultuda vereceği bir iptal kararı, yalnızca ulusal düzeyde hukukun üstünlüğünü güçlendirmekle kalmayacak, uluslararası alanda da Türkiye'nin demokratikleşme ve hukuk güvenliği temeline dayalı ekonomik kalkınma hedeflerine anlamlı bir katkı sağlayacaktır.
Politik süreçte tarihî bir fırsat
Bugün Türkiye, siyasi kutuplaşmanın doruklarında olsa da, seçmen iradesinin gaspına yönelik müdahalelere dair ortak bir vicdani refleksin gelişmekte olduğu gözlenmektedir. Özellikle son dönemde, AK Parti ve MHP dahil olmak üzere neredeyse tüm siyasi partilerin, kayyım uygulamasının demokratik meşruiyet tartışmalarını derinleştirdiğini fark ettiği ve bu uygulamanın reforme edilmesi gerektiği yönünde zımni bir uzlaşıya sahip olduğu açıktır.
Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi önündeki bu dava, yalnızca bir hukuk denetimi değil; Türkiye’de siyasal sistemin meşruiyetine ve toplumsal sözleşmenin geleceğine dair bir yeniden kurulum, bir reform hamlesidir. Yüksek Mahkeme, bu iptal kararını vererek sadece anayasayı uygulamış olmayacak, aynı zamanda halkın sandığa olan güvenini de tahkim etmiş olacaktır.
Sonuç yerine: anayasa için bir nefes
1 Aralık 2024’te açtığımız bu dava, bugün yalnızca bir belediye başkanının akıbetini değil, Türkiye’de hukuk devleti ilkesinin geleceğini belirleyecek noktaya ulaşmıştır. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, anayasal düzenin çığlığına kulak veren ilk kurum olmuştur. Şimdi sırada, bu çığlığı karara dönüştürecek olan Anayasa Mahkemesi vardır.
Bu karar sadece hukuk için değil, seçmeni kapana kısılmış hisseden ülkemizin demokrasisi için de bir eşik olacaktır. Ve tarih, bu eşiği geçenleri unutmaz.