Film, bir sınıf hikâyesinden öte, işçinin kendi bilincini inşa etme yolculuğudur. Ne var ki bu yolculuk, her daim karşısına çıkan polis barikatları, patronların tehditleri ve en çok da kendi içlerindeki korkularla kesintiye uğrar.
Kapitalizmin rayları, sadece trenleri değil, insanları da taşır. Ama işçilerin alın teriyle döşenen o rayların altına gömülen, aslında emekçilerin umutlarıdır. Yavuz Özkan’ın Demiryol’u, 1979’un karanlık Türkiye’sinde bu acı gerçeği sahneye taşır. Emeğin örgütlü gücü, egemen gücün ve sermayenin müşterek çarkında nasıl parçalanır? İşte bunun hikayesidir anlatılan.
Demiryolu işçileri, görünüşte birer çark dişlisidir. Ama Özkan, onların her birini, kapitalist düzenin hıncına, devletin “baba” maskesi ardındaki zorbalığına karşı direnen öznelere dönüştürür. Film, bir sınıf hikâyesinden öte, işçinin kendi bilincini inşa etme yolculuğudur. Ne var ki bu yolculuk, her daim karşısına çıkan polis barikatları, patronların tehditleri ve en çok da kendi içlerindeki korkularla kesintiye uğrar.
Bugünden baktığımızda Demiryol’un hikâyesi neredeyse hiç eskimemiştir. O yıllarda işçinin sırtından rant devşiren üst akıl, bugün “mega proje” gibi sansasyonel iddiaların adı altında aynı rayları yeniden döşemekte. Demiryolu işçisinin yerini bugün kuryeler, mavi yaka taşeron işçiler, plaza köleleri aldı. Değişen tek şey, sömürünün kılık değiştiren maskeleri.
Ve ne acıdır ki, bu sınıf mücadelesinin önünü açması gereken sol hareketler, zamanla kimlik siyasetine hapsolmuş, en geniş ortak payda olan sınıf zeminini kaybetmiştir. Özkan’ın kamerası bize şunu hatırlatır. İşçi sınıfı tek millettir, tek kimliktir; ezilenlerin ortak adı “emek”tir. Fakat bugünün Türkiye’sinde solun önemli bir damarının belirli kavramlar etrafında sıkışması, sınıf siyasetinin körelmesine yol açmıştır. Elbette halkların hak mücadelesi meşru ve tarihsel önemdedir, fakat sınıf siyasetinden koparılmış bir sol mücadele, tarihsel materyalist gerçekliğin ışığında, emperyalizmin oyun sahasına çekilmekte, sermaye düzeninin işine yaramaktadır.
Kapitalizm çok iyi bilir. Böl ve yönet. İşçiyi, Türk-Kürt, kadın-erkek, muhafazakâr-seküler diye bölersin ve geriye kalan ise daima sömürülebilir, susturulabilir bir kitle olur. Demiryol bize tam da bu gerçeği gösterir. Emeğin örgütlü gücü olmadan hiçbir özgürlük kalıcı değildir.
Bugünün Türkiye’sinde, belediye başkanlarının bir gecede partiden partiye transfer olduğu, sendikaların iktidar nezdinde bir tür “pazarlık masası”na dönüştüğü tabloda, Demiryol hâlâ günceldir. Çünkü film, bir dönemi anlatmakla kalmaz; bize bir şiar bırakır:
“Rayları döşeyen bizsek, trenin nereye gideceğine de biz karar veririz.”