Kanunlarımızda çocukları koruyan pek çok düzenleme olsa da uygulamada ciddi eksiklikler var. Çocuk mahkemeleri bulunmayan şehirlerde çocuklar yetişkinlerle aynı mahkemelerde yargılanmakta, çoğu zaman aynı ağır yargılama süreçlerine maruz kalmaktadır

Akşam karanlığı çökerken, bazı çocuklar güvenli yuvalarında sıcak bir sofrada yemek yerken, başka çocuklar sokaklarda tehlikenin kucağında yaşam mücadelesi veriyor. Bazen bir hırsızlığın pençesinde, bazen bir gasp olayının gölgesinde, bazen ise insanı insanlığından utandıran suçların ortasında kalıyorlar. “Suça sürüklenen çocuk” tanımı hukuki bir ifade olmaktan çıkıyor, bir toplumun kendi geleceğine yaptığı büyük haksızlığın simgesine dönüşüyor. Bu terimin ardında yalnızca suç değil, kaybolan çocukluklar ve toplumsal ihmaller yatıyor.

Ancak durup düşünelim: Bu kavram, gerçekten masumane mi? “Suça sürüklenen çocuk” denildiğinde, bu ifade soruşturma veya kovuşturması devam eden bir çocuk için kullanılıyor ama daha en baştan, sanki suç işlediği sabitmiş gibi bir izlenim yaratıyor. “Suç isnadı altındaki çocuk”, “hakkında yargı süreci devam eden çocuk” gibi masumiyet karinesine saygılı tanımlar dururken, “suça sürüklenen” demek, suçla çocuğu özdeşleştirip, adeta onu fail gibi göstermenin kelimelere dökülmüş halidir. Bu durum sadece bir dil meselesi değil; zihniyeti, yaklaşımı ve adalete bakışı da biçimlendiren bir hukuki kırılmadır.

Son dönemde sadece dil değil, yönelim de endişe vericidir. Çocuk ceza adaleti sistemindeki indirimlerin kaldırılması, hatta 12 yaş altındaki yargılanamazlık sınırının gözden geçirilmesi konuşuluyor. Suç oranları ve bazı infial yaratan olaylar öne çıkarılarak çocuklar için de cezanın artırılması talep ediliyor. Bu süreç doğal bir hukuk evrimi değil, toplumsal bilinçaltına işlenen daha geniş bir projenin parçası gibi duruyor.

Bugün Türkiye’de bazı ağır suçlarda çocuklara verilen ceza indirimlerini kaldırmayı öngören yasa teklifleri gündemde. İlk bakışta adaleti sağlamayı hedefliyormuş gibi görünse de, bu teklifler aslında sorunun özüne inmiyor ve çocuk haklarına zarar veriyor. Bu yüzden konuyu daha derin ve sağduyulu bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.

Çocuk kimdir ve neden korunmalıdır?

Uluslararası hukuk ve Türkiye’deki Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaş altındaki herkes çocuktur. Bilimsel olarak da beynin karar verme ve sonuçları değerlendirme yeteneği, özellikle prefrontal korteks bölgesi, bu yaşlarda tam olarak gelişmemiştir. Çocuklar yaptıkları davranışların sonuçlarını yetişkinler kadar iyi değerlendiremezler. Bu nedenle hukuk, çocukları özel bir koruma altına alır ve onların yargılanma süreçlerini farklı esaslara bağlar.

Ama işte tam burada bir başka çarpıklık daha ortaya çıkıyor. Son yıllarda sadece erkeklerin değil, kadınların da özgürlük söylemi üzerinden suç sistemine daha çok dahil edildiği bir dönemdeyiz. Kadınların cezaevlerindeki sayısının 1990’lara kıyasla ciddi biçimde artması, özgürlüğün gölgesine gizlenmiş yeni bir hapishane düzenini de gözler önüne seriyor. Şimdi bu mengeneye çocuklar da alınmak isteniyor. Toplumun en kırılgan kesimleri, medya üzerinden yaratılan paniklerle ve politik hesaplarla adım adım daha sert ceza sistemlerine sürükleniyor.

Türkiye’deki gerçekler: Teori ile uygulama arasındaki uçurum

Kanunlarımızda çocukları koruyan pek çok düzenleme olsa da uygulamada ciddi eksiklikler var. Çocuk mahkemeleri bulunmayan şehirlerde çocuklar yetişkinlerle aynı mahkemelerde yargılanmakta, çoğu zaman aynı ağır yargılama süreçlerine maruz kalmaktadır. Gerçek suçlular, çocukları kullanan suç örgütleri ve onları istismar eden yetişkinler, genellikle cezasız kalırken, çocuklar adeta günah keçisi yapılmaktadır.

Resmi veriler de durumu net biçimde ortaya koyuyor: Çocuk cezaevleri kapasitesinin çok üstünde dolu ve buralarda ciddi rehabilitasyon ve eğitim imkânları yok. Bu ortamdan çıkan çocukların büyük bölümü tekrar suça karışıyor. Bu nedenle daha ağır cezaların sorunu çözmediği, aksine derinleştirdiği ortadadır.

Ceza indirimi tartışması: Kısa vadeli tepkiler uzun vadeli sorunları çözmez

Toplumu derinden etkileyen bazı ağır suçlarda ceza indirimlerini kaldırmak, ilk bakışta mantıklı gibi görünebilir. Ancak bu, duygusal tepkilerle alınan bir karar olur ve asıl sorunun üstünü örter. Çocukları daha ağır cezalarla yargılamak onların suça karışma sebeplerini ortadan kaldırmaz, aksine topluma geri dönme ve iyileşme şanslarını azaltır. Ayrıca uluslararası sözleşmeler ve temel insan hakları ilkelerine de aykırıdır.

Asıl suçluları unutmayalım

Çocukları suça sürükleyenler, çoğunlukla onları kullanan ve istismar eden yetişkinlerdir. Ağır cezalar, bu gerçek failleri cezalandırmadığı sürece sorunun kökenine inmez. Bu nedenle çocukları kullanarak suç işleyen gerçek suçluların yakalanıp cezalandırılması, sorunun gerçek çözüm yoludur.

Bugün suça sürüklenen çocuk kavramı üzerinden aslında toplumun kendisi bir yerlere sürükleniyor. Akran zorbalığı konusu, belediyelerdeki panellerde, psikolojik danışmanların ve medya söylemlerinin merkezine alınarak, adeta çocuk suçluluğu olağanlaşan bir tehdit gibi sunuluyor. Bu da gösteriyor ki bu sürecin kendisi doğal değil, yönlendirilmiş bir toplumsal mühendislik girişimidir.

Gerçek çözüm: Çocukların yaşam koşullarını iyileştirmek

Suça sürüklenen çocukların sayısını azaltmanın tek yolu, onları suça iten ortamları ortadan kaldırmaktır. Eğitim olanaklarını genişletmek, yoksullukla mücadele etmek, aile içi şiddeti önlemek ve sosyal hizmetleri güçlendirmek, çocukların topluma kazandırılmasında gerçek çözümdür. Çocuk cezaevlerinin kapasitelerini artırmak değil, onları eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine dönüştürmek gerekiyor.

Doğduğundan itibaren şiddet ve aşağılamadan başka bir dil bilmeyen bir çocuk, şiddetten başka bir iletişim yolunu da bilemez. Unutmamalıyız ki, Şeytanı çocuktan biz yoğururuz; sonra kendi elimizle büyüttüğümüz karanlığı taşlayarak arınacağımızı sanırız. Taşlar savrulur ama isabet eden, çocuğun değil, toplumun vicdanıdır.Oysa tüm çocukların güven ve huzur içinde yaşamasını sağlamadan, kendi çocuklarımızın güvende olduğunu düşünmek büyük bir yanılgıdır.

Bir insanlık borcu

Suça sürüklenen çocuklar toplumumuzun ortak sorumluluğudur. Onları cezalandırmak yerine koruyarak, destekleyerek topluma kazandırmak bizim insanlık borcumuzdur. Bu çocukların geleceği, hepimizin geleceğidir. Öfkeyle değil, sağduyuyla hareket etmek, onları karanlıktan kurtarmanın tek yoludur.

Unutmayalım ki bugün çocuklarımıza nasıl davrandırsak, yarın öyle bir toplumda yaşayacağız. Onları cezalandırmak yerine desteklemek, geleceğimiz için yapabileceğimiz en önemli yatırımdır.