Toplumun geniş kesimlerinde infial yaratan bu kötü gerçeklik, Türkiye'de çocuk ceza adalet sistemin yerine yeterince oturmadığı gösteriyor. Olayın faili bir çocuk, mağduru ise yine bir çocuk. Bu iki üzücü gerçeklik; çocukları yeterince koruyamadığımızı da gösteriyor.

Kadıköy’de paten satın almak üzere gittiği pazarda bıçaklı saldırıya uğrayan ve kaldırıldığı hastanede hastanede hayatını kaybeden Matia Ahmet Minguzzi’nin davası başladığı günden beri olaylı geçiyor. Ne acıdır ki fail de çocuk olunca, çocuk ceza adalet sisteminin işleyişi ve mevcut uygulamaların yeterliliği bugünlerde yeniden değerlendirilme konusu hâline geldi.

Toplumun geniş kesimlerinde infial yaratan bu kötü gerçeklik, Türkiye'de çocuk ceza adalet sistemin yerine yeterince oturmadığı gösteriyor. Olayın faili bir çocuk, mağduru ise yine bir çocuk. Bu iki üzücü gerçeklik; çocukları yeterince koruyamadığımızı da gösteriyor.

Çocukların yaşam hakkı, güvenliği ve ifade özgürlüğü gibi temel hakları korumaya yönelik ulusal ve uluslararası metinler var. Ancak bu metinler, çocukların yaşadığı sokaklara yeterince ulaşmıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, yıkımın en ağır yükünü taşıyan çocuklar için 1959’da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi kabul edildi. Daha sonra 1989’da, çok daha bağlayıcı olan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme yürürlüğe girdi. Türkiye, 1995’te bu sözleşmeye taraf oldu. Yani hukuken her çocuk korunmayı hak ediyor; yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakkına sahip. Fakat sokağa indiğimizde gerçekler pek öyle demiyor.

TÜİK verileri de bunu doğruluyor. 2020 ile 2022 yılları arasında çocuk suçluluğunda yüzde 25’lik bir artış var. Suçun faili olan çocukların yanı sıra mağdur olan çocuk sayısı da ciddi bir artış gösteriyor. Aynı dönem içinde adli birimlere getirilen çocukların neredeyse %40’ı yaralama, %21’i hırsızlık, %8’i pasaport kanununa muhalefet, %5’i uyuşturucu ile ilgili suçlarla ilişkilendiriliyor. Bu gösteriyor ki çocukların korunmaktan ziyade hayattan savruluyor.

Artık bir gerçek var ki çocuklar da suç işliyor. Şunu da unutmamak gerekir ki her ülke sosyolojik, demografik ve kültürel yapısı gereği çocuklar ve yetişkinler farklı suç tiplerine eğilimli. Örneğin BM Genel Sekreterliği – “Children and Armed Conflict (Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar)” Raporlarında dillendirdiği üzere Suriye, Filistin ve Yemen’de çocuklar, silahlı gruplara yönelik çalışmalara yoğun şekilde katılıyor. Bu coğrafyada bu türden çocuk suçluluğu mevcut.

Ancak tüm bu kaosun merkezinde asıl yanıtlanması gereken soru şu: Bir çocuğun suça karışması, onu bir yetişkin gibi cezalandırmayı meşrulaştırır mı? Ceza hukuku, failin yaşını yalnızca teknik bir veri olarak ele almaz. Çocuğun zihinsel ve duygusal gelişim düzeyinin bir yansıması olarak ele alır. Çünkü çocuklar, karar alma ve sonuçlarını öngörebilme açısından yetişkinlerle aynı donanıma sahip değildir. Türk ceza kanununda 31. maddede düzenlenen çocukların cezai sorumluluğu şu şekildedir:

1. Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu bulunmamaktadır. Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.

2. 12 ve 15 yaş arasındaki çocuklar ise işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneklerine göre değerlendirilir çocuğun cezai sorumluluğunun bulunmaması hâlinde çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanmakta

3. 15 ve 18 yaş arasındaki çocuklar için ceza indirimleri uygulansa dahi çocuklar hakkında cezai yaptırım uygulanmakta.

Yani Türkiye’de çocukların cezai sorumluluk yaşının alt sınırı 12’dir. Bu rakam diğer ülkelere göre ortalama kalıyor. Suriye Lübnan Yemen gibi ülkelerde bu sayı 7 iken Avrupa’da ortalama 14, Latin Amerika’da ise görece daha yüksek 16’dır.

Peki, çocukların işlediği suçlara nasıl yaklaşılmalı? Bir çocuğun suça karışınca cezalandırma pratiğini mi uygulamak gerekir, yoksa diğer çocukları da kapsayan bir koruma kalkanını mı kullanmak gerekir? İşte bu sorunun yanıtı yine farklı formlarda ortaya çıkıyor…

Çocuk ceza adalet sisteminde örnek modeller genellikle İskandinav ülkelerinde uygulanır. Çocukların yargılanması da bu modellerde son çare olarak görülür. Çocuk refahı, sosyal eşitsizlikler, içerisinde bulunduğu yerelin durumu gibi kritereler ele alınarak bir çözüleme yapılır. Ardından çocuk suçluluğunu yönelik erken müdahaleler belirlenir.

Örneğin Norveç’te bir çocuk bir suç ile anıldığında devletin ilk görevi çocuğun sosyal çevresini çözümlemek olur. İçerisinde bulunduğu aile, arkadaş grupları, Okul hayatı detaylıca analiz edilerek Bu değişkenlerin çocuğun suç işlemesinde etkisi varsa, çocuk suçluluğunu adli bir mesele olarak değil sosyal bir mesele olarak ele alır. Çocuğun suça yönelik eğilimini azaltacak noktada da koruyucu tedbirler almaya çalışır.

Buna karşın Türkiye’de çocuklara özgü ceza adalet sisteminin altyapısı Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde güçlendirilse de pratik uygulamada halen yetersiz. Özellikle çocuk koruma birimleri, çocuk izlem merkezleri, adli görüşme odaları gibi çocukların doğrudan muhatap olacağı adli birimler çok az. Ki çocukların psikolog eşliğinde ifade vermesi gerekirken bu bile personel eksikliği, alan eksikliği gibi nedenlerle kolay kolay uygulanamıyor. Bu süreçte BM çocuk hakları sözleşmesinde ifade edilen temel İlkelerden olan çocuğun kendini ifade etme ve hukuki dinlenilme hakkını da ihlal edilmekte.

Bu verilerden yola çıkıp çocuk ceza adalet sistemine gelecek olursak temel gaye çocuğu topluma yeniden kazandırmak olmalı. Dolayısıyla çocuklarda ceza politikası anlayışı daha çok onarıcı, eğitici ve koruyucu olmak zorunda. Çocukları suça sevkedecek atmosferden alıkoymak ve güçlü rehabilite sistemi uygulamak şart.