Türkiye’de deprem olur, on binlerce insan hayatını kaybeder…
“Takdiri ilahi” deriz.
Sel olur, köyler yok olur…
“Kaderimiz buymuş” deriz.
Yangın olur, ormanlarımız kül olur…
“Yapacak bir şey yok” deriz.
Ama Japonya’da 8.5 şiddetinde deprem oluyor, kimse ölmüyor.
Rusya’da 9 şiddetinde deprem oluyor, tek bina yıkılmıyor.
Onlarda Allah yok mu? Kader yok mu?
Var… Ama onlar tedbir alıyor. Biz ihmali kader diye yutturuyoruz.
Asıl hikâye, felaketten sonra başlıyor.
Enkaz kalkıyor, “millet için konut” diyoruz. İhaleler açılıyor.
Kâğıt üstünde 5 milyon liraya verilen bir evin aslında 1.5–2 milyona yapılabildiğini öğreniyorsunuz.
Matematiği basit:
200 bin konut × ev başına 4 milyon lira fark = 800 milyar lira.
Şimdi size soruyorum:
800 milyar lira nedir biliyor musunuz?
— 100 şehir hastanesidir.
— 5000 okuldur.
— 10 bin fabrikadır.
— Tarımda, hayvancılıkta yeniden ayağa kalkmaktır.
— İşsiz milyonlara iş, umutsuz gençlere umut demektir.
Peki bizde ne oluyor?
O para kasadan çıkıyor.
Ama milletin cebine geri dönmüyor.
Bir sabah uyanıyoruz… Yok.
Sanki buharlaşıyor.
Ve biz hâlâ dönüp birbirimize diyoruz ki: “Kaderimizde bu varmış.”
Hayır!
Bizim kaderimiz bu değil.
Bizim kaderimiz, hesabı sorulmayan 800 milyarlar yüzünden bugün ekmek kuyruğunda beklemek.
Bizim kaderimiz, enflasyon altında ezilmek, işsiz kalmak, borçla yaşamak değil.
Küçücük gibi görünen bir fark…
Aslında dev bir uçurum.
O uçurumun adı bugün cebimizdeki para, soframızdaki ekmek, çocuğumuzun geleceği.
Sorun şu: Biz o paranın nereye gittiğini hiç sormuyoruz.
Sormadığımız için de aynı filmi tekrar tekrar izliyoruz.
Deprem oluyor, sel oluyor, yangın oluyor…
İnsan ölüyor, para kayboluyor.
Ve biz yine “kader” diyoruz.
Oysa kader değil bu…
Bu, gözümüzün önünde yaşanan, ama asla dillendirilmeyen gerçek.