Kılıçdaroğlu’nun bu şekilde davranmasının ana nedeni bürokrat geçmişi, ekstra itidalli karakteri ve düşük liderlik becerileriydi. Kılıçdaroğlu kriz ortamında Erdoğan’la mücadele edebilecek birisi değil.
30 Haziran’daki CHP’ye kayyum davasıyla ilişkili olarak siyasi gündem günlerdir Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları ile çalkalanıyor. Mevcut CHP yönetimi Kılıçdaroğlu’na iktidar güdümündeki yargının CHP’ye yönelik saldırılarına karşı birlikte hareket etme teklifi yaptı. Ancak, Kılıçdaroğlu bu tekliflerin hepsini reddetti ve belli ki kendisi rejim yargısının 30 Haziran’da vereceği kararla tekardan CHP genel başkanlığı koltuğuna oturacağı günlerin hayalini kuruyor. Zaten öyle anlaşılıyor ki rejim yargısı, medyası ve KK lobisi tüm bu süreçte koordineli bir şekilde hareket ediyor.
Peki, partisine ve aslında ülkeye ihanet anlamına gelen bu davranışları Kılıçdaroğlu neden yapıyor? Kılıçdaroğlu bilinçli bir şekilde iktidara mı çalışıyor?
Ben Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığının başından itibaren Erdoğan’a ve iktidara çalışan ve/ya dış güçlerin kendisine verdiği rolü oynayan bir tür “ajan” veya “truva atı” olduğunu düşünmüyorum. Cevap daha çok Kılıçdaroğlu’nun düşük liderlik becerilerinde ve yüksek iktidar hırsında yatıyor.
Kılıçdaroğlu genel başkan olduğu 2010’dan 2015’lere kadar iktidarı yenebilmek için gerçekten çabaladı. Partiyi katı ulusalcı kimlikten çıkarıp muhafazakârlarla ve Kürtlerle daha barışık hale getirmeye çalıştı. Örneğin, Fethullahçıların iktidara yönelik yargı operasyonları yaptığı dönemde ortaya saçılan büyük yolsuzlukları gündem yapmaktan çekinmedi.
Ancak, 2015’ten sonra, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olup devlet üzerindeki hakimiyetinin iyice artmasıyla, durum değişti. Kılıçdaroğlu liderlik becerileri düşük bir siyasetçi olarak muhtemelen bu tarihten sonra Türkiye’de bir iktidar değişikliği olmayacağı düşüncesini kabullendi. Bu kabullenmeyle beraber, iktidarı ve rejimi krize sokacak hamlelerden özellikle kaçındı. Örneğin, 2016’daki darbe girişiminden sonra iktidarın Yenikapı Mitingi’ne katıldı; iktidarın milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını öngören anayasa değişikliğine (anayasaya aykırı olmasına rağmen!) destek verdi; 2017’deki referandumda mühürsüz oyların peşine düşmedi.
Kılıçdaroğlu’nun bu şekilde davranmasının ana nedeni bürokrat geçmişi, ekstra itidalli karakteri ve düşük liderlik becerileriydi. Kılıçdaroğlu kriz ortamında Erdoğan’la mücadele edebilecek birisi değil. O yüzden yenilgiyi baştan kabullenerek kritik anlarda krizden kaçınan ve hep rejimle işbirliği yapan bir tutum takınmayı tercih etti.
Bu noktadan sonra Kılıçdaroğlu önceliğini ülkede bir iktidar değişikliğinden çok CHP-içi iktidarını korumaya verdi. 2018 Genel Seçimi’ndeki “gel bakalım Muharrem” sözü bunun emarelerinden birisiydi. Seçim kampanyası sürecinde Kılıçdaroğlu’nun çevresindekiler cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin çok fazla önplana çıkmasını engellemeye çalıştılar çünkü böyle bir durumda seçim sonrasında kurultayla bir genel başkan değişimi olabileceğinden korkturlar. İşte, CHP’de parti-içi çıkarların seçim kazanmanın önüne geçmesinin ilk ciddi emareleri buralarda görülmeye başladı.
Tabii, Muharrem İnce’ye Kılıçdaroğlu ekibi tarafından bazı çelmeler takılmasaydı da seçimi kazanbilmesi oldukça zordu. Ancak, 2023’teki seçimde durum farklıydı. Eğer cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş’tan birisi olsa ekonomik kriz ortamında muhalefet o seçimi büyük ihtimalle kazanacaktı. Ancak, Kılıçdaroğlu hiç hesapta yokken adaylığını dayattı ve seçimi kaybettirdi. O adaylık dayatmasında da temel motivasyon parti içi çıkarları korumaktı. Yavaş veya İmamoğlu’nun seçimi kazanması durumunda Kılıçdaroğlu ve çevresindekiler parti-içi çıkarlarının zedenelebileceğinden endişelendiler ve bu nedenle genel seçimi kaybetmek pahasına parti içi çıkarlarını korumayı tercih ettiler.
Öte yandan, burada salt bir CHP-içi mücadeleden bahsetmek doğru olmaz. Bu CHP-içi mücadeleye arka kapıdan siyasi iktidar da dahil olarak kendisi için en avantajlı sonucun çıkmasını sağlamakta. Örneğin, 2023’teki seçime giden süreçte İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olamasın diye ahmak davası ile önü kesilmek istendi. Bu, iktidarın Kılıçdaroğlu lobisine attığı açık bir pastı. Zaten Kılıçdaroğlu’nun adaylığını da muhtemelen rejim ve Kılıçdaroğlu lobisi koordinasyonlu bir şekilde tezgâhlamıştı.
Siyasi iktidar ile Kılıçdaroğlu lobisi arasındaki işbirliği bugün artık daha da netleşti. Kurultayda yaşadığı yenilgiyi kabullenemeyen, genel başkanlığın hâlâ kendi hakkı olduğunu düşünen Kılıçdaroğlu artık rejime ve Erdoğan’a el açıp mealen “siz beni tekrardan genel başkan yaparsanız ben de sizin taleplerinizi çok güzel karşılarım” diyecek noktaya kadar geldi. Zaten görüldüğü üzere Kılıçdaroğlu’nun tekrardan genel başkan olmasını en çok isteyen de iktidar medyası.
Özetle, burada Kılıçdaroğlu’nun bilinçli olarak doğrudan iktidara çalışmasından çok, bir yandan düşük lider becerilerine sahip olmakla beraber diğer yandan kaybettiği genel başkanlığı geri alabilmek için her tür sinsi ayak oyununu yapmaya ve herkese el avuç açmaya hazır bir kişilik var kaşımızda. Ve tabii bir de onun çevresindeki makam ve rant dışında başka hiçbir değeri olmayan menfaat şebekesi.