Dikkat edilirse, Erdoğan kontrollü muhalefet haline getirmek istediği her partinin başına kendisine öyle veya böyle bağlı yaşlı bir siyasetçinin gelmesini sağlıyor ve o partideki dinamik ve genç isimlerin tasfiye edilmesine destek oluyor.

Geçtiğimiz Pazartesi günü son derece talihsiz bir şekilde elektrik çarpması sonucu hayatını kaybeden Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in cenazesi büyük bir kitlesel katılımla kaldırıldı. Cenazede özellikle Özgür Özel’in yakın arkadaşının ölümü karşısındaki üzüntüsü yürekleri burktu.

Cenazeye olan kitlesel katılımda şüphesiz Ferdi Zeyrek’in yerel halk tarafından son derece sevilen bir isim olması etkiliydi. Ancak, bunun kadar etkili bir başka faktörün de CHP’nin son dönemde belediyeler üzerinden halkla kurduğu bağ olduğu söylenebilir.

AKP, iktidarda epey uzun süre kalan bir parti olarak zaman içerisinde önemli ölçüde yozlaştı. “Nasıl olsa sonuçta seçimleri biz kazanıyoruz” mentalitesiyle hareket eden AKP’li siyasetçiler, yargı denetiminin de fiilen ortadan kalkmasının etkisiyle, kamu kaynaklarını halktan çok çevrelerindeki menfaat grupları için harcamaya başladılar. Öte yandan, CHP ise yıllardır iktidara hasret olan ve AKP karşısında seçim kaybetmekten bıkmış bir parti olarak halkın takdirini kazanabilmek için belediye kaynaklarını menfaat grupları yerine halk için harcamaya ve sosyal belediyecilik anlamında önemli işler yapmaya başladı. Yıllardır süren ve git gide derinleşen ekonomik bozulmanın da etkisiyle bu durum zamanla Cumhur İttifakı’nın halk desteğinde düşüşe ve CHP’nin halk desteğinde artışa yol açtı.

19 Mart’tan beri süregelen sivil darbe sürecinin arkasında da tam olarak bu durum var. Ekonomik bozulmayı bir türlü durduramayan siyasi iktidar, CHP’nin özellikle belediyeler üzerinden büyük bir ivme kazandığını gördü ve gidişatın bir genel seçim yenilgisi ile sonlanacağını fark edince başta İmamoğlu olmak üzere CHP’ye yönelik yargı operasyonlarını başlattı.

Şu anda İmamoğlu haricinde İstanbul’da 8 CHP’li belediye başkanı tutuklu. En sonki tutuklama dalgası sonrasında, Gaziosmanpaşa’da yapılan belediye başkanı vekilliği seçimi belediye meclisinde çoğunluk AKP’de olduğu için AKP’li bir ismin seçilmesiyle sonuçlandı. Yani AKP seçimle kazanamadığı belediye başkanlığını yargı operasyonuyla “kazanmış” oldu. İmamoğlu’nun da asıl olarak Erdoğan’ı önümüzdeki seçimde yenme ihtimalinin yüksekliğinden dolayı tutuklanmış olduğunu düşünürsek bu durum maalesef ki şaşırtıcı değil.

Tüm bu gidişat adım adım yürüyen bir “seçimsiz Türkiye” projesinin evreleri olarak karşımıza çıkmakta. “Seçimsiz Türkiye” derken burada kastım seçimlerin hiç yapılmaması değil. Daha öncesinde, Türkiye’nin Rusya gibi olmanın eşiğinde olduğu tehlikesine dikkat çektiğim yazılarımda, defalarca belirttiğim üzere seçimler Türkiye’de her zaman olacak. Ancak “rekabetçi seçimler” olmayacak. Seçimler herhangi bir iktidar değişikliğine yol açmayacak şekilde önden ayarlı şekilde yapılacak. Yani “seçim” adı altında bir nevi tiyatro oynanacak.

İmamoğlu’na karşı gerçekleştirilen yargı operasyonu bu hedefin açık bir göstergesi ancak başka emareler de mevcut. Örneğin, doğrudan Öcalan muhatap alınarak gerçekleştirilen barış süreci. Öcalan’ın Türkiye toplumunda nasıl bir nefret figürü olduğunu düşünürsek Öcalan’la yürütülen bir sürecin mevcut iktidara oy kaybettirmemesi mümkün değil. Öyleyse mevcut iktidar tam olarak neye güvenerek böyle bir sürecin içerisine girebiliyor? Öyle gözüküyor ki, bir daha adil ve demokratik bir seçim olmayacağına güvenerek.

“Seçimsiz Türkiye” projesi temel olarak muhalefetin dizayn edilmesine dayanıyor. Ortada iktidarı değiştirecek niyet ve kabiliyette bir muhalefet olmazsa o zaman iktidarın seçimlerden korkması için bir sebep de kalmıyor. Dikkat edilirse, Erdoğan kontrollü muhalefet haline getirmek istediği her partinin başına kendisine öyle veya böyle bağlı yaşlı bir siyasetçinin gelmesini sağlıyor ve o partideki dinamik ve genç isimlerin tasfiye edilmesine destek oluyor. Zamanında parti-içi muhaliflere karşı Bahçeli’yi MHP’nin başında tuttuğu gibi HDP’de de Demirtaş’ı hapse attırarak “Apocu” kanadın önünü açtı ve şimdi Öcalan doğrudan DEM’in fiili lideri yapılacak gibi gözüküyor. 19 Mart’daki sivil darbe süreciyle beraber de 2023’teki değişim kurultayı sonrası iktidar perspektifi kazanan CHP, rejimle işbirliği içerisindeki Kılıçdaroğlu kullanılarak dizayn edilmeye çalışılıyor. Kılıçdaroğlu da hiç utanmaksızın rejim yargısının vereceği karardan medet umarak CHP’nin başına tekrar geçmek için çabalıyor.

Şu anda CHP 105 yıl önce olduğu gibi tekrardan bir kurtuluş savaşı veriyor. Ancak, bu defa savaş vatan topraklarının kurtarılması ve bağımsızlığın kazanılması için değil, ülkenin yok edilen demokrasisinin ve adalet sisteminin kurtarılabilmesi için veriliyor.

Sözü hiç eğip bükmeye gerek yok: Bugün CHP iktidarın “seçimsiz Türkiye” projesinin önündeki son kaledir. Eğer CHP’ye diz çöktürebilirlerse, ki tahminim genel seçime en az bir yıl kalana dek Erdoğan’ın yapmak istediği bu, o zaman geçmiş olsun; Türkiye, Rusya gibi bir otokrasi, hatta belki de Azerbaycan’daki gibi fiili hanedanlığın olduğu bir otokrasi oldu demektir.