Aslında bu ırkçı nefretin sosyal medyada ilk hedefi mültecilerdi. Ancak Terörsüz Türkiye süreciyle ve hatta PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte bu nefret doğrudan Kürtlere yöneldi.
Sosyal medyada, özellikle X’te, uzunca bir süredir aleni bir biçimde ırkçılık yapılıyor. Fake hesaplar, gerçek hesaplar fark etmiyor; kadına, hayvana, mülteciye, Kürtlere, Alevilere yönelik nefret dolu ırkçı söylemler, tehditler, küfür ve hakaretler havada uçuşuyor. Nasılsa orası sanal alem ya, nasılsa muhatabının gözlerine bakmıyorsun ya saldırı serbest…
Bu saldırganlığı yapanların bazısı gerçekten insani erdemleri eksik kişiler ve bu suçları işlerken hiçbir rahatsızlık duymuyorlar. Tabi burada bir başka faktör daha var, bu saldırgan ırkçı gruba bir de Elon Musk’ın X’i bir çöplüğe çevirmesinden sonra “tıklanmak uğruna yapmayacağı hiçbir şey olmayanlar” eklenince maalesef sosyal medya sanaldan reele doğru taşan bir faciaya davetiye çıkartabilecek felaket bir ortama dönüşüyor. Sonuçta bir yandan gerçek bir yandan suni biçimde sosyal medya üzerinden nefret suçları, nefret söylemleri normalleştiriliyor.
Aslında bu ırkçı nefretin sosyal medyada ilk hedefi mültecilerdi. Ancak Terörsüz Türkiye süreciyle ve hatta PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte bu nefret doğrudan Kürtlere yöneldi.
Daha önce “Kürtlerle sorunumuz yok, sorun PKK terörü” diyen kesimler, PKK kendisini lağvedince bu kez o güya sorunları olmayan Kürtlere karşı doğrudan ırkçılık yapmaya başladılar. Hem de nasıl, taa Japonya’ya kadar ulaşan bir nefretle. Neredeyse “PKK’nın kendisini lağvetmesinden aşırı rahatsız olduk” diyecekler ama bunu doğrudan söyleyemedikleri için dolaylı yoldan söylüyorlar.
Ve şu durumda bir ırkçılık, bir başka ırkçılığa kapı aralıyor, sürekli tahkir edilen, yok sayılan, Türk olmaya zorlanan, terörist ilan edilen, kendi toprağından kovulan, ülkesinin şehri İzmir’de ne işi olduğu sorgulanan Kürtler de bunca tahrik sonrası karşı ırkçı reflekslere sarılıyorlar.
“Nefret söylemi”, “nefret suçu”, “ayrımcılık”, “ırkçılık” ve benzeri ifadeleri, bir kişiye, gruba, millete, ırka, dine, mezhebe karşı yapılan negatif söylem ve eylemleri tanımlarken kullanıyoruz. Bu kavramları, herhangi bir ayrımcılık ya da hak ihlalini ifade etmek üzere kullanmak bir problem teşkil etmez zira “sivil ağızların” bu ifadeleri kullanmasının herhangi bir yaptırımı olmadığı için ve bu kavramları, meseleyi ifade etmek için kullanmalarında bir beis yok. Ancak bu kavramlar, resmi alanın konusu olduğunda, misal hukukun konusu olduğunda birbirlerine yakın anlamları olsa da farklı anlamlarda kullanılıyorlar. Zira bu kavramların suçun konusu olması meselesi var ve hukuk suçun niteliğini net olarak tanımlamak zorunda.
Birçok ülke, ayrımcılık suçlarını önlemek için ayrımcılıkla ilgili suçları tanımlamış ve bu meseleler hukukun konusu olduğunda yargı yoluyla suç olarak tanımladığı şeyleri engelleme yoluna gidiyor. Bunlar, bazen ispatlanamayabilir, bazen suçun konusu olmayabilir, bazen kabahat olarak tanımlanabilir ancak bazen ise cezası hapis, adli kontrol, maddi tazminat, kamu hizmeti ile karşılanabiliyor. Nihayetinde devletler/yönetimler, bireysel ve kamusal adaleti ve huzuru sağlamak üzere hukuk yoluyla ayrımcılık ve nefretin önüne geçmeye çalışıyor. Nitekim olumlu sonuçlar da alınıyor.
Bu konuda devletler/yönetimler çoğu kez tek başlarına aksiyon almıyor. Genellikle sivil toplum kuruluşları bu konuda hazırladıkları raporlar ile belirli taleplerde bulunuyor ve ayrımcılığın önlenmesi için ayrımcılığın hukuki bir karşılığı olmasını sağlıyorlar.
Türkiye’de de ayrımcılık ve benzeri eylemlerin suç sayılmasının hukukta bir karşılığı var. Ancak hem ırkçılık ve ayrımcılığı suç kabul eden yasalar yeterli değil hem de ayrımcılık suçlarını ispatlamak gerçekten kolay bir şey değil. Bu nedenle bu tip eylemleri net bir biçimde tanımlamak ve nefret suçlarını önlemek gerekiyor.
Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci işletiliyor. Bu sürecin bir yanında da doğal olarak Kürtlerin talepleri ele alınıyor; anayasal tanınma, af ve benzeri talepler masada… zaten böyle de olması gerekir. Ancak bu sürecin bir eksiği var o da sürecin sadece siyasi boyutta ilerlemesi, sivil/toplumsal boyuta çok inmemesi, sivil toplumun inisiyatif almaması. Hal böyle olunca süreç eksik kalıyor ve aksak ilerliyor.
O halde bir yandan sürecin toplumsal yönünün güçlendirilmesi gerekiyor diğer yandan da toplumsal mutabakatı sağlayabilmek için ırkçı ve ayrımcı söylemlerin önüne geçmek gerekiyor. Bu nedenle de sivil toplumun inisiyatif alması, hukukçulardan oluşan kurumların ırkçılık ve ayrımcılığın suç sayılması için çağrılarda bulunması ve süreci yürüten siyasilerin de bu talepleri hayata geçirmesi gerekiyor. Ve şunu da unutmamak gerekiyor; kendisi gibi olmayanın var olma hakkı olmadığına ikna olmuşluk hali olan ırkçılık, sadece Türkiye’de Kürtlere de yönelmiyor, bu bir ateş ve ayrım yapmadan önüne gelen her şeyi yok etme potansiyeli taşıyor, böyle bir nefretin önünü, hukuki yaptırım ile almadığımız her dakika, Türkiye toplumunun huzur ve güvenliği zarar görmeye açık hale geliyor.