Madleen’e yapılan müdahalenin ardından Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlar, birkaç utangaç kınama açıklamasının ötesine geçmemiştir.
1 Haziran 2025 sabahı, İngiliz bayrağı taşıyan Madleen adlı sivil yardım gemisi, Gazze’ye temel insani malzemeleri ulaştırmak amacıyla Sicilya limanından sessizce demir aldı. Biri Avrupa Parlamentosu milletvekili olan yedi farklı ülkeden gelen on iki insan hakları savunucusunun yegâne amacı, bebek maması, ilaç ve tıbbi malzemelerle birlikte, yaşam hakkının kutsallığını savunmak ve insanlık onurunu taşımaktan ibaretti. Ne askeri yük vardı ne de bir siyasi mesaj; yalnızca yaşamı mümkün kılacak unsurlar mevcuttu.
Ancak 9 Haziran sabahı, aynı Mavi Marmara’nın yaşadığı gibi Akdeniz’in uluslararası sularında hukukla değil, keyfiyetle hareket eden bir devlet aklıyla karşılaştılar. İsrail donanması, hiçbir meşru gerekçeye dayanmaksızın bu silahsız sivil gemiye müdahale etti. Böylece bir yardım gemisi değil, aslında insanlığın onur taşıyan belleği, küresel vicdanın son kırıntısı hedef alındı.
Bu müdahale, sadece bir geminin rotasının kesilmesi değil; aynı zamanda hukukun, insan haklarının ve uluslararası yükümlülüklerin açıkça berhava edilmesidir. Madleen’in susturulması, sadece bir yardım seferinin değil; onurlu hukukun kesiştiği tüm yolların tıkanmasıdır. Üstelik bu öyle bir tıkanmadır ki İsrail’e verilecek yanıt, uluslararası toplumun boynunda asılı kalacaktır.
Hukuk boğazında durdurulan bir gemi: Uluslararası normların infazı
Cenevre’deki Uluslararası Kızılhaç Komitesi merkezinin girişinde yer alan ve büyük harflerle yazılmış “Savaşın bile kuralları vardır” ifadesi, insanlık hukukunun evrensel vicdanla kurduğu asgari sözleşmeyi simgeler. Ne var ki Madleen’e yönelik saldırı, bu sözleşmenin çoktan yırtıldığını bir kez daha kanıtlamıştır. Uluslararası hukukun temel ilkeleri, Gazze’de yürütülen yıkım siyaseti karşısında yalnızca ihlal edilmekle kalmamış; anlamını, bağlayıcılığını ve caydırıcılığını da bütünüyle yitirmiştir. Artık ortada savaş hukukunun sınırları değil, keyfiyetin silahsızlara yönelttiği sınırsız şiddet vardır.
1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) uyarınca, açık denizlerde seyreden bir gemiye yalnızca bayrak devleti müdahale edebilir. Geçtiğimiz ay Conscience (Vicdan) isimli bir başka yardım gemisini, hem de Malta karasularındayken insansız hava araçlarıyla bombalamasına rağmen eyleminin cezasız kalmasından cesaret alan İsrail’in, bu kuralı da yıkmasına şaşırmamak gerek. Üstelik eylemlerini her seferinde bir adım ileri götüren İsrail, bu kez Birleşik Krallık’tan onay almak bir yana, diplomatik bilgilendirme dahi yapmaksızın Madleen’i, içindekileri —silahsız sivilleri— gözaltına almak suretiyle zorla Aşdod Limanı’na çekmiştir.
Şurası açıktır ki bu eylem, uluslararası teamüllere göre açık bir korsanlık fiili mahiyetindedir.
1994 tarihli San Remo Deniz Hukuku Kılavuzu, abluka bölgelerinde insani yardım taşıyan gemilere müdahalenin belirli şartlara bağlandığını, bu tür eylemlerin ancak uyarı, denetim ve müzakere yoluyla yapılabileceğini hükme bağlamaktadır. Ancak daha önce Mavi Marmara ve Vicdan gemilerinde olduğu gibi, Madleen’e yönelik müdahalede de bu kuralların hiçbiri işletilmemiştir. Gemiye kimyasal sıvılar sıkılmış, iletişim sistemleri devre dışı bırakılmış ve Madleen, bütün mürettebatıyla birlikte uluslararası sulardan kaçırılmıştır.
Bu tablo, sadece orantısızlık değil; açıkça bir devlet eliyle organize edilen uluslararası hukuksuzluk eylemidir. Bu tür keyfi müdahaleler, uluslararası düzeni ayakta tutan en temel ilkelerin sorgulanmasına ve daha da kötüsü, alenen çiğnenmesine kapı aralamaktadır. Hukukun tanınmadığı denizlerde, artık yalnızca silahların ve sessizliğin hükmü geçmektedir.
Gözaltında değil, ahlak çöküşünün tam ortasında: Psikolojik işkence
Cenevre Sözleşmesi’ne göre, savaşın bir tarafının sivillerin yaşamına mal olan bir saldırıya uğraması bile, o tarafı savaşın kurallarından muaf kılmaz. Madleen gemisinin gözaltına alınan yolcularına, İsrail Savunma Bakanı’nın talimatıyla 7 Ekim 2023 tarihli çatışmalara dair görüntülerin izletildiği açıklanmıştır. Oysa aynı İsrail, Gazze’den haber alınmasını engellemekte, uluslararası haber ajanslarının yayın yapmasına izin vermemekte ve üstelik haber verme gayretindeki yüzden fazla gazeteciyi öldürmeyi hak olarak görmektedir. İsrail’in, biri Avrupa Parlamentosu üyesi on iki sivile karşı uyguladığı bu eylem, yalnızca kaba bir psikolojik baskı değil; aynı zamanda evrensel insan hakları hukukunun işkence yasağına açık bir meydan okuma mahiyetindedir. Travmatik içeriklerle manipülasyon uygulamak ve insan onurunu hedef alan psikolojik işkenceyi sıradanlaştırma amacını taşımaktadır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 7. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi açıkça işkenceyi, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleyi mutlak biçimde yasaklamaktadır. Bu yasak, hiçbir koşulda esnetilemeyecek, savaş ya da güvenlik gerekçeleriyle askıya alınamayacak kadar temel bir ilkedir.
Silahsız, barışçıl ve yalnızca insani yardım taşıyan sivil aktörlerin devlet eliyle aşağılanması ve cezalandırıcı işlemlere maruz bırakılması, İsrail’in yargısal değil, ahlaki iflasını da gözler önüne sermekte ve ülke içerisindeki muhalefetin de ifade ettiği üzere ülkeyi bir “Firavun Devleti”ne dönüştürmektedir. Madleen gemisine yönelik saldırı bir güvenlik operasyonu değil; korkunun, kudretin ve hukuksuzluğun birleştiği bir sindirme pratiğidir.
Uluslararası toplumun sessizliği: Meşruiyetin çöküşü
Madleen’e yapılan müdahalenin ardından Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlar, birkaç utangaç kınama açıklamasının ötesine geçmemiştir. Bu suskunluk, Netanyahu hükümetine cesaret vermekte; üstelik uluslararası hukukun zaten kırılgan olan zeminini daha da çürütmektedir. Adaletin savunucusu olması gereken kurumların sessizliği artık suça ortaklık boyutundadır. İnsan hakları savunucusu pek çok devlet ve örgüt, Netanyahu’nun “Bize karşı çıkan antisemitisttir, Holokost savunucusudur” sözlerinin esiri hâline gelmiştir.
BM Özel Raportörü Francesca Albanese’nin de belirttiği üzere, Gazze ablukası uluslararası hukuka aykırıdır ve bu ablukayı delmeye yönelik her sivil girişim hem hukuken meşru hem de ahlaken zorunludur. Ancak ne yazık ki, bu açıklamalar siyasi ağırlık kazanamamakta, güç odaklarının çıkarlarına ve sembolik kınama mesajlarına takılıp işlevsizleşmektedir.
Uluslararası toplumun, kurumsal yapılarla değil; sivil direnişle nefes almaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Devletler arası denge artık hukuka değil, çıkar ve korku denklemlerine göre şekilleniyor. Bu da hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku çağını pekiştiriyor.
Madleen: Yalnız Bir Gemi Değil, İnsanlığın Son Kalelerinden Biri
Madleen gemisi, ismini ilk Filistinli kadın balıkçıdan almıştı. O, bir gemiden öte bir iradeyi; küresel vicdanın susmayan sesini, hukuk devleti idealinin savunuculuğunu yapmak için yola çıkmıştı. İçinde silah değil, yaşam taşıyan bu gemiye yönelik saldırı; artık yaşatmaya değil, bastırmaya ve susturmaya programlanmış bir zihniyetin karanlık izdüşümüdür.
Bu nedenle Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) nezdinde savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar kapsamında bir soruşturmanın derhal başlatılması gerekmektedir. Ayrıca Uluslararası Adalet Divanı’na (ICJ) yapılacak başvurularla İsrail’in açık hukuk ihlalleri tescillenmeli, diplomatik yollarla özür ve tazminat süreçleri hızla işletilmeli ve Netanyahu ve bakanları hakkında yeni bir tutuklama kararı alınmalıdır.
Bu sadece Madleen için değil; gelecekte aynı niyetle yola çıkacak tüm vicdan gemileri için de bir güvenlik kalkanı oluşturacaktır. Aksi hâlde her yardım seferi, her hak arayışı yeni bir saldırı tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır.
Son söz değil, son uyarı: Sustukça sıra size gelecek
Bugün Madleen’e yapılanlar karşısında susanlar, yarın başka bir hukuksuzluğun hedefi olduklarında konuşacak mecali kendilerinde bulamayacaklardır. Çünkü hukukun delindiği her suskunluk anı, bir sonraki delikte başkalarının canını yakmak için hazırlanan bir zemindir.
Hukuk, sadece salonlarda okunup geçilen törensel metinler değildir. Hukuk, insan onurunu koruyan son zırhtır. Ve bu zırh her gün biraz daha parçalanmaktadır. Bu gidişatın durdurulması, yalnızca mahkemelerin değil; sivil toplumun, akademinin, bireylerin ve en çok da vicdanların sorumluluğundadır. Dün Holokost kapsamında Yahudileri korumak için kullanılan hukuk kurallarının, bugün Gazze için de işletilmesinin vakti gelmiştir, hatta geçmektedir.
Madleen bir çağrıdır. Sessiz kalmayanlara, korkmayanlara, insanlık için yola çıkanlara çağrı. Çünkü bugün Madleen susturulursa, yarın hiçbir gemi vicdan limanına varamayacaktır.