Bir film izlerken çoğu zaman sadece hikâyeye kapıldığımızı sanırız. Oysa perdeye yansıyan her kare, çoğu zaman politik bir bakışın, toplumsal bir tavrın ürünüdür. Sinema, doğduğu günden bu yana yalnızca bir eğlence aracı değil; kitleleri etkilemenin, fikirleri yaymanın, iktidara destek olmanın veya karşı durmanın en güçlü mecralarından biri olmuştur.
Yerminci yüzyılın ilk yarısı, sinema ile siyasetin el ele yürüyüşünün en bariz örneklerini sundu. Nazi Almanyası’nda Leni Riefenstahl’ın “İradenin Zaferi” filmi, Hitler’in rejimini yücelten görkemli sahneleriyle bir propaganda klasiğine dönüştü. Aynı dönemde Sovyetler Birliği’nde Sergei Eisenstein’ın montaj teknikleri, devrimin ideallerini kitlelere aktarmanın yaratıcı yollarını gösterdi. Bu filmler yalnızca sanat eseri olarak değil, ideolojik silah olarak da tarihe geçti.
Batı cephesinde ise Hollywood, özellikle Soğuk Savaş yıllarında, Amerikan rüyasını pazarlayan dev bir makineye dönüştü. Filmler aracılığıyla “özgür dünya”nın üstünlüğü, kapitalizmin cazibesi ve bireysel kahramanlık hikâyeleri zihinlere işlendi. Komünizm karşıtı alt metinler, bilim kurgu filmlerinden westernlere kadar her türde kendini gösterdi. Bu, açık bir ajitasyondan çok daha etkili bir stratejiydi: Eğlence kılığına bürünmüş bir ideoloji.
Türkiye sineması da siyasetten bağımsız düşünülemez. 1960’ların toplumsal gerçekçi filmleri, köyden kente göçün yarattığı sosyal çalkantıları beyazperdeye taşırken; 1980 darbesi sonrası Yeşilçam’ın melodramları, toplumun bastırılmış duygularını dolaylı yoldan ifade etmenin yollarını aradı. 2000’lerden sonra ise hem bağımsız sinemada hem de ana akımda politik eleştirinin çeşitlendiğini görmek mümkün. Kürt meselesinden kentleşmeye, kadın haklarından ifade özgürlüğüne kadar pek çok tartışma, sinemamızın hikâyelerinde yankı buldu.
Bugün dijital platformlar sayesinde sinema, yalnızca iktidarların değil, muhalif seslerin de güçlü bir aracı. Belgeseller, kısa filmler, internet dizileri… Sansür mekanizmalarını aşmak için her gün yeni yollar bulunuyor. İzleyici de eskisine göre daha bilinçli; alt metinleri okumak, ideolojik arka planı sorgulamak artık çok daha yaygın.
Ama şu da bir gerçek: Siyaset sinemayı yönlendirdiği kadar, sinema da siyaseti dönüştürebilir. “Philadelphia” AIDS tartışmalarını ana akıma taşıdı, “Milk” eşit haklar mücadelesini görünür kıldı, “Parasite” sınıf ayrımını küresel bir dile dönüştürdü. Bir film, tek bir seçim kampanyasından çok daha kalıcı bir etki yaratabilir.