Bir şarkının ilk notası bazen tüm günün ağırlığını silip süpürebilir. Kulağımıza ulaşan o melodiler yalnızca kulak zarımıza değil, ruhumuzun en derin kıvrımlarına da dokunur. Psikoloji bilimi de artık bunun tesadüf olmadığını söylüyor.

Araştırmalar, müziğin beynimizdeki ödül merkezlerini harekete geçirerek mutluluk hormonu dopaminin salgılanmasını artırdığını ortaya koyuyor. Bu yüzden, stresli bir günde sevdiğimiz parçaları dinlediğimizde neden bir nebze hafiflediğimizi anlamak zor değil. Kalp atışlarımız, dinlediğimiz ritme uyum sağlıyor; kimi zaman hızlanıyor, kimi zamansa yavaşlayarak bize dinginlik sunuyor.

Ama işin sihri yalnızca kimyasal süreçlerde değil. Müzik, sözcüklerle anlatamadığımız duygulara tercüman olur. Kederli bir günde hüzünlü bir melodiyle ağlamak, içimizdeki yükü azaltabilir. Tıpkı neşeli bir şarkının kalabalık bir sokakta bizi görünmez bir dansa davet etmesi gibi. Bazen hatıraları canlandırır, bazen de hiç gitmediğimiz yerlere yolculuğa çıkarır.

Elbette herkesin “iyi gelen” melodisi farklı. Kimine klasik müzik huzur verirken kimine rock, kimine de doğa sesleri… Önemli olan, kulaklarımızın değil, kalbimizin seçtiği ritmi bulmak. Çünkü müzik kişisel bir sığınaktır; başkalarının reçetesiyle değil, kendi ruhumuzun pusulasıyla keşfedilir.

Hayatın koşturmacasında kendimizi ihmal ettiğimiz anlar çok. Belki de tek yapmamız gereken, kulaklığı takıp dünyaya kısa bir mola vermek. Sonuçta bazen bir şarkı, en iyi terapistten daha çok konuşur.