7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaşananlar, sadece bir savaş değil; dünyanın sessizliğiyle sınanan bir insanlık dramı. İki yıla yaklaşan süredir yüzbinlerce sivil yerinden edildi, binlercesi öldürüldü, Gazze kelimenin tam anlamıyla açık hava hapishanesine dönüştü. Birleşmiş Milletler’in “soykırım” vurgusu bile, sahada tek bir hayatı kurtarmaya yetmedi.
Büyük devletler çıkar hesaplarıyla susarken, işte tam da burada kolektif hareketin önemi ortaya çıktı. Çünkü tarih bize şunu öğretiyor: Sessiz kalan iktidarlar karşısında halklar, sivil ağlar, direniş biçimleri yeni kolektif aktörler yaratır.
Siyaset, ancak insanların bir araya gelip eylemde bulunmasıyla gerçek anlamını bulur. Devletlerin diplomatik sessizliği, kâğıt üzerindeki kınamaları hiçbir şey ifade etmiyor. Ama dünyanın farklı yerlerinden yola çıkan Sumud Filosu, Hannah Arendt’in tarif ettiği anlamda bir “kamusal eylem.” Gemilere binen aktivistler, vicdanın sesini somutlaştırıyor adeta. Burada mesele sadece Gazze’ye yardım götürmek değil; dünyaya yüksek sesle şunu haykırmak: “Biz bu sessizliğe ortak değiliz.” Bu eylem, Arendt’in de dediği gibi, “tek başına anlamsız ama birlikteyken dünyayı değiştirme potansiyeline sahip.”
Esasında “Çokluk” dediğimiz kavram tam da bu noktada devreye giriyor. Çünkü çokluk, tek merkezden yönetilen bir halk değil, farklı kimliklerin, farklı mücadelelerin ortak bir özgürlük talebinde buluşmasıdır. Bugün Sumud Gemisi’nin mürettebatına baktığımızda bunu görüyoruz: İtalyan işçi sendikacısı, İspanyol feminist aktivist, Türk milletvekili, Güney Afrikalı anti-apartheid mücadelecisi… Hepsi farklı hikâyelerden geliyor ama ortak bir vicdanda birleşiyor: Filistin’in yanında olmak.
Bu, kolektif hareketin modern yüzüdür: devletlerin diplomatik hesaplarıyla suskun kaldığı yerde, çokluğun dayanışması devreye girer
7 Ekim’den bugüne kadar dünyanın büyük güçleri, jeopolitik çıkarlarını korumak için sessiz kaldı. Ama bu sessizliğin karşısında bir şey yükseldi: kolektif vicdanın örgütlenmesi.
- Sokaklarda milyonlarca insanın yürüyüşleri,
- Üniversitelerdeki öğrenci işgalleri,
- Küresel boykot kampanyaları,
- Ve denizlerde Sumud Filosu…
Bunların hepsi, sessizliğin mutlak olmadığını gösteriyor. Kolektif hareket, işte bu yüzden önemli: Çünkü o, susturulamayan bir çığlıktır.
7 Ekim’den bu yana tarihe geçen şey, sadece İsrail’in saldırıları değil; dünyanın sessizliği de oldu. Ama bir gün tarih yazıldığında, bu sessizlik kadar Sumud’un ve küresel kolektif hareketin hikâyesi de anlatılacak.