Ortadoğu karışırken dünya piyasalarının tepkisizliğine mi şaşıralım yoksa Türkiye’nin çıkmazdaki durumunu daha da çıkmaza sokan gelişmelere mi bilemedim!..

Ne yapıp ne edip muasır medeniyetler seviyesine geleceğiz ama içerideki sancılarımız nedeniyle akıldan yoksun politikaların hüküm sürdüğü dönemlerin geri götürüşlerinden kurtulamıyoruz bir türlü…

Olur da kronikleşen sorunlarımızı aşar, gerçeği olduğu gibi görür ve ortak aklı önceleyecek refleksle bilim odaklı girişimlere başlarsak, bak bakalım o zaman neler olacak neler!..

İsrail ile İran arasındaki gerilimin küresel bir tepkiselliğe neden olmadan durulması gündemine geçmek gerekiyor ama aslında yaşananların hepsinin merkezinde iyice ısınan küresel ekonomiyi daha da ısıtmamak yer alıyor.

FED’in yılın ikinci yarısından itibaren faiz indirimine gideceğine yönelik beklentiyi esas alan Türkiye gibi birçok enflasyonist sorun yaşan ülkenin hayallerini suya düşürecek askeri riskleri bir tarafa bırakacak olsak da konu dışında bırakılamayacak başka başlıklar var.

Yaşananlara göre dozajı oldukça düşük saldırıların etkisi büyük propaganda savaşlarıyla etkileşimine odaklanmaktan ziyade ekonominin toplum üzerindeki belirleyiciliği ve bunun da seçimlere yansıması 2024’ün konusu aslında…

Dünyanın yarısından fazlasının seçimlerle yeni yönetimleri iş başına getireceği bir seçim sürecinde halihazırdaki yönetimlerin tek gündemi küresel ekonomiyi ve dolayısıyla bunun etkileyeceği ulusal ekonomilerini ürkütmeden parasal sıkılaşma sürecini kazasız belasız atlatmak…

İsrail’in bu yaklaşımın getireceği pasifist politikalara duyduğu güven ile yılın başından bu yana kanlı terör eylemlerinde eşiği giderek daha da yükselttiğine şahit olurken dünyayı en çok etkileyecek seçim olan ABD Başkanlık seçimlerini kullanarak büyük dönemeci etkilemesi tesadüf değil.

İsrail’de soykırım suçlamasıyla devletin kısa tarihine kan bulaştıran Netanyahu’nun Siyonist emellerinin ülkeyi soktuğu riski bir tarafa bırakacak olursak İran ile ortaya koyulan didişmenin sonunda Çin’i de yıpratacağı bir senaryo nedeniyle ABD’nin cevaz verdiği dron saldırısı son olmayabilir.

Ama küresel ekonominin ateşini söndürmek isteyen ABD’nin faiz indirimi gündemi ekonomik parametrelere göre şimdiden 2025’e taşındı bile…

FED üyelerinin verdiği sinyallere göre faiz indirimi başlangıcını işgücündeki talep daralmasına kadar sürdürme eğilimi belirginleşiyor.

Şu ana kadar ufak birkaç pürüz dışında ABD ekonomisinin hızla iyileşmesi ve Çin ile rekabetten kaynaklı olarak esasında Trump’ın başını çektiği “ABD’de üret, ABD’de tüket” politikası oldukça etkili oldu.

Her ay yüzbinlerce kaçak göçmenin ülkeye girişine rağmen ABD ekonomisindeki hızlı iyileşme yerelde hissedilse de makro boyutta ülke ekonomisinin sürdürülemez borçlarla ilerlemesine çözüm arayan yaklaşımlar gerekiyor.

Afganistan’daki maliyetten kurtulan ABD’nin Orta Asya’da açtığı boşluğu Çin’in dolduracağı teorisi çok da karşılık bulmadı.

Çin’in askeri yayılımdan ziyade ekonomik yayılımı esas alan politikasının getireceği durum şu an ABD askeri ve istihbarat yönetiminin gündeminde yer alıyor.

Çin’in çatışma ortamlarıyla yıpratılması ve ekonomik gücünün sarsılmasının sağlanması hedefleniyor fakat ne Güney Çin Denizi’ndeki gerilim ne Tayvan’a verilen sınırsız destek ne de Avustralya ile yapılan AUKUS paktı bu zamana kadar bu etkiyi uyandırmadı.

Şimdilerde Japonya’nın silahlandırılması konusun masaya yatırılsa da Japonların istekleriyle ayırdıkları bütçe silahlanma konusunda ABD’nin gazına gelmeyeceklerini gösteriyor.

ABD’nin politikasının aksi yönden oluşan tablo ise daha şaşırtıcı bir durumu meydana getirdi.

Ukrayna nedeniyle sıkıştırılan Rusya’nın Çin ile ayrıştığı gündemden giderek yekpare olmaya dönük bir gündeme koştuğu ve silah, enerji, üretim ve tüketim kalemlerinde büyük bir iş birliğine girişmesine neden olduğu görülüyor.

ABD kendi eliyle küresel sistemin sözde şer üçgenlerini birleştiriyor.

İran’a yapılmasına müsaade edilen cılız hava saldırısı ise aslında İran’ın hava savunma sisteminin sınanması amacına dayanıyor.

İran petrollerinin yegâne alıcısı Çin ile Hürmüz Boğazı’nın petrol fiyatlarına etkisini esas alacak senaryolar nedeniyle kazan kazan ya da kaybet kaybet planları ABD’nin İran’a askeri yaklaşımını sorgulamasına neden olsa da İsrail’in saldırganlığı ile bir sınır çizildiği açıkça görülüyor.

Mesele Türkiye için ise tam bir karmaya ya da büyük bir fırsata gebe olabilir.

Bunun belirleyicisi olan başlık ise İsrail’in dronlarının hangi hava sahasını kullandığıyla sorusunun cevabıyla oldukça ilintili olacak.

Her koşulda Irak hava sahasını kullanan İsrail’in IKBY koridorunu mu yoksa ABD kontrolündeki bölgeleri mi kullandığı bir muamma…

Dronlar, İsrail’den mi kalktı yoksa Irak içindeki başka bir lokasyondan mı, oda belli değil.

Fakat en olası senaryo IKBY’nin hava sahasının kullanılmış olacağı ki bu durum Irak ile Türkiye’nin ortak operasyon yapmayı planladığı PKK’ya karşı İran’ın da destek vereceği bir süreci beraberinde getirebilir.

Yumurtalık Petrol Boru Hattı, Irak Merkezi Hükümeti’nin yasadışı görmesi nedeniyle kullanılamıyor ve Uluslararası Tahkimden çıkan cezanın da Türkiye tarafından ödenmemesi ile kilitlenen bir bölgesel denklem var.

Şu aşamada yaşananlar nedeniyle olası bir petrol anlaşmasının ABD’nin desteği ile İran’ı ve Hürmüz Boğazını egale edecek bir Irak Petrol Boru Hattına dönüşmesi mümkün olabilir.

Bu Erdoğan Yönetimine olan güvenin yanı sıra Türkiye’nin Rusya ile yakın iş birliğine dayalı siyasetin de zedelenme taleplerini Amerikalıların talep dosyasına ekleyecektir.

Fakat silah sanayisinde dışlanan Türkiye’nin ekonomik kazanım elde etmeden böyle bir yola girmesi ne kadar makul olur orasını tam kestiremiyorum.

Hesap içinde hesap var.

En temel mekanizma ise para kazandıracak ve riskleri ötekileştirecek yaklaşımın Türkiye tarafından esas alınacağı gerçeğine dayanıyor.

Türkiye’nin Sevr korkusu yıllar boyunca ABD’nin gölgesine sığınmasına, İsrail’i ilk tanıyan devlet olmasına ve Filistin ile yaşanan katliamlarda sessiz kalmasına neden oldu.

Bugün aksi bir tablo çizilmiş olsa da Türkiye, kazanım göreceği senaryolarda hızlı pozisyon değiştirmeye alışık bir devlet.

Erdoğan’ın hafta başında yapmayı planladığı Irak ziyareti eğer iptal olmazsa gündemi epey yoğun olacağa benziyor.

Ardından üç hafta sonra Beyaz Saray’a gidecek Erdoğan’ın iç politikadaki sessiz hâlinin arkasında da yol haritasını tam olarak belirleyememiş olmanın getirdiği bir durum da var.

Her şey değişir ama değişmeyen tek şey koltuk ikbalini sağlayacak politikaların her zaman masada olduğu gerçeğidir.

Bu ölçekte bir yaklaşım ile bir ay içinde İYİ Parti’nin yeni genel başkanı ile CHP Genel Başkanı Özel’in Erdoğan ile kuracağı ilişki, yakın geleceği iyiden iyiye şekillendirecek iç gündemleri oluşturacak.

Kaotik bir dönüşüm çizgisinde, küresel ekonominin iyileşme sancısı içinde, iç politikanın belirsizliği ve terörle mücadele gündemine sürülecek Türkiye için başka senaryoların da çalışıldığı haberlerini biliyorum.

Hiç beklenmedik gündemleri sonbaharda bir anda önümüzde bulabiliriz.

Benden söylemesi…